Türkiye’nin Kesik Damarları
Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Uruguaylı ünlü yazar Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’da yaşanan yağma ve talanı anlatan, başucu kitabı olarak tekrar tekrar dönüp okunması gereken ve derslerle dolu kitabıdır. Kitap koskoca bir kıtanın nasıl ve hangi araçlarla yağmalandığını , yerel halkın uğradığı soykırımı anlatırken diğer taraftan halka ve doğaya karşı işlenen suçların çetelesini çıkarıyor. Bununla birlikte baskıya, zulme ve yağmaya karşı Latin Amerika halkının kıtaya damga vuran uzun soluklu mücadelelerini de kayda geçiriyor.
“Kesik damarların kıtasıdır Latin Amerika. Keşfedildiği günden beri burada her şey, önce Avrupa, daha sonra da Kuzey Amerika sermayesine dönüşmüş ve o uzaktaki iktidar merkezlerinde öylece birikmiştir, öylece birikmektedir. Her şey, bütün her şey: toprak ve tüm ürünleri, zengin madenlerle dolu toprak altı, insanlar, insanların üretim ve tüketim güçleri, tüm doğal ve insani kaynaklar. Ülkelerin üretim tarzları ve sınıfsal yapıları,daima ve her seferinde kapitalizmin evrensel çarklarına zincirlenişleri göz önüne alınarak, dışarıdan belirlenmiştir.” (Eduardo Galeano, Latin Amerikanın Kesik Damarları, Shf. 14, Sel Yayıncılık)
Galeano’nun yukarıda Latin Amerika için tarif ettiği sürecin, ülkemizde gecikmeli de olsa son 40 yılda ağır bir şekilde yaşadığımızı ileri sürmek abartılı olmasa gerek. Neoliberal yağmanın ülkemizdeki başlama vuruşunun yapıldığı 24 Ocak kararları, bu kararların uygulanması için sol muhalefetin ezildiği 12 Eylül faşist darbesi, son Sovyet Cumhuriyetini yıktık diyen Tansu Çiller ve nihayetinde Akp / Saray iktidarı ile birlikte ülkemiz tam boy bir yağmayı ve yıkımı yaşamadı mı?
Aradan geçen 40 yılda, kamu kaynakları özelleştirme adı altında sermayeye aktarılmış, dereler Hes’lerle kurutulmuş , ormanlar ve doğal kaynaklar maden ve altın arama sahasına çevrilerek yok edilmiştir. Gelinen noktada tarım çökertilmiş, mega projeler ve sözde yatırım ortamının iyileştirilmesi amacıyla yapılan Kredi Garanti Fonu kefaletleri ile zombi şirketlerin bankalara olan borçları bizlere ödetilirken, işsizlik fonu gibi kaynaklar dahi teşvik adı altında “özel sektöre” aktarılmıştır.¹
Devlet garantileri ile madenlerin taşerona açılması ve şirketlere sağlanan devlet teşvikleri ile sağlanan vergi muafiyetleri, İş Kanunu’nda yapılan değişiklilerle iş ilişkilerinin esnekleştirilmesi ve taşeronlaştırma, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi, adeta bir iç savaşa dönüşen iş cinayetleri ile ülkemizin bir emek cehennemine çevrilmesi, derinleşen ekonomik kriz, zamlar hepimizin bildiği ve yaşadığımız uzunca bir süredir devam eden alın terimize el koyan, camınızı yakan, kanımızı akıtan bir kabus değil mi?
Yağma ve yıkımın önünün açılması için yapılan yasal düzenlemelerle iktidar ve sermaye tarafından yapılan bir çok işlem ve eylem yargı denetiminin dışına çıkarılmış ve yargının elinin uzanamayacağı alanlar yaratılmıştır. Yargılama yetkisi ve uygulanacak hukuk bakımından sözleşmelere konulan uluslararası tahkim vb. hükümler ile ulusal yargı bypass edilerek “adalet” ulaşılmaz emperyalist merkezlerde kurulan tahkim merkezlerine havale edilmiştir.
Bunun yanı sıra Varlık Fonu gibi özünde kamu hukuku tüzel kişisi olan şirketlerin Sayıştay denetiminin dışına çıkarılması,² Sayıştay denetimleri sonucunda kamuyu zarara uğratan eylemlerin cezalandırılmaması, bazı gazetecilerin yazdıkları dışında kamuoyunun yeterli olarak bilgilendirilmiyor olması vb. nedenlerle ortaya çıkan kamu zararı tespit dahi edilememektedir. “Kamu özel sektör işbirliği” adı altında sunulan yatırımlarda kamu sağılırken özel şirketler pandemi ve sokağa çıkma yasakları sürecinde dahi kazanmaya devam etmektedir.
Bu sözde yatırımların ülkemize olan maliyeti bilinmezken, torunlarımızın dahi bu yağmanın bedelini ödemek zorunda kalacağı ise aşikardır.
Neoliberalizmin İkna Odaları Yada Özel Güzeldir
Ülkemizdeki neoliberal yağma, işe öncellikle darbe ile sol güçler ve işçi sınıfının ezilmesi ile başladı. Darbeden sonra Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası (TÜTSIS) Başkanı Halit Narin “Bugüne kadar işçiler güldü şimdi gülme sırası bizde’’ derken mensubu olduğu yağmacı soyunun kafasından geçeni çıplak ve tüyler ürpetici bir şekilde ortaya koymuştu.
Halit Narin’in dediği gibi 42 yıldır patronlar gülmeye, işçiler her yıl biner biner ölmeye, işsiz kalmaya, düşük ücretlerle ezilmeye, açlık ve yoksullukla boğuşmaya devam ediyor.
Elbette bunu söylerken genel olarak 80 öncesi dönem olarak tanımlanabilecek dönemde ülkemizde emek sömürüsü yahut işçi cinayetlerinin olmadığı yönünde bir iddiamız yok. Başka bir deyişle kapitalizmlerden neoliberal olmayanını seçelim gibi bir şey de önermiyoruz. Ancak neoliberalizmin 1980 sonrası dönemde yarattığı yıkımı anlamak için 80 öncesi ve sonrasına ilişkin birkaç örnek vermemiz yıkımın boyutlarını göstermek açısından faydalı olabilir.³
⦁ 1978 yılında kıdem tazminatı tavanı , asgari ücretin 7.5 katı iken Akp nin iktidara geldiği 2003 yılında bu oran 4.4’ e düşmüş, 2020 itibariyle 2.4 kata kadar gerilemiştir.
⦁ Kamu istihdamı genel istihdamın içinde 1980 yılında % 36 lık bir paya sahip iken 2015 yılında bu pay % 8 e kadar gerilemiş durumdadır.
⦁ Lokavt ve grev yasakları 1980 Anayasasıyla hayatımıza girmiştir.⁴
⦁ 1980 yılı itibariyle %40 olan sendikalaşma oranı 2020 yılı itibariyle sadece %14 e gerilemiştir.
⦁ 1978’de ücretlerin milli gelir içindeki payı 35,19 iken 1990’lara doğru yüzde 14 e gerilemiştir.
⦁ Kamu hizmeti neredeyse tümüyle tasfiye edilmiş, 1980 öncesi kamuya ait işletmelerin neredeyse tamamı yerli / yabancı sermayeye devredilmiştir.
Bir dönemin mottosu olarak zihnimize kazınmış, ancak şimdilerde aklı başında hiç kimseden duymayacağınız, yaşanacak yıkımı halka yutturdukları özlü sözü, yeri gelmişken anmadan geçmek elde değil;
“Özel Güzeldir”.
Sofranın başına çökmüş yağmacı soyu için elbette ki özel güzeldi, güzel de özeldi.
Kamunun üzerinde yük olan verimsiz, hantal , bürokratik ve zarar eden tüm kamu işletmeleri satılmalıdır. Örneğin köftecilik devletin işi değildir o halde Et Balık Kurumu satılmalıdır. Don, kağıt ve traş bıçağı üretmek nasıl devletin işi olabilirdi ki? Devlet küçülmeli mal ve hizmet piyasaları “özel sektöre” devredilmeli, devlet asli görevi olan hukuk ve güvenlik alanlarına küçülmelidir.⁵
Hatta hızını alamayan bir kısım “uyanık” özelleştirme ideloğu ise,
⦁ Devletin küçülmesinin solcuların istediği devletin sönümlenmesi sürecini hızlandıracağını,
⦁ Devletin bıraktığı boşluğun halk tarafından doldurulacağı,
⦁ Bu nedenle solcular tarafından özelleştirmeye karşı çıkılmaması gerektiğini,
⦁ Siyasi iktidarın fethi sırasında devletin küçülmesinin solun işini kolaylaştıracağını
dahi iddia etmişlerdir.
Hikayenin sonunu ise artık hepimiz biliyoruz. Devletin bıraktığı boşluğu halk değil yerli ve yabancı sermaye doldurmuş ve bize kalan devletin copu olmuştur.
“Özelleştirmenin ana felsefesi, devletin, asli görevleri olan adalet ve güvenliğin sağlanması yolundaki harcamalar ile sektör tarafından yüklenilemeyecek altyapı yatırımlarına yönelmesi, ekonominin ise pazar mekanizmaları tarafından yönlendirilmesidir.
https://www.oib.gov.tr/misyon-vizyon”
Elbette ki devletin asli görevlerinden olduğu belirtilen adaletten kastedilen sermayeye köstek olmayan, kamunun değil şirketlerin “yüksek yararını” gözeterek karar alan bir yargı mekanizmasıdır. Özellikle idari yargılamalarda yerindelik denetimin kaldırılması ile neoliberal gerici devletin eylem ve işlemleri yargı denetiminin dışına çıkarılmış ve o kapıdan bir kere geçen yürütme nasıl sınırsız bir özgürlük elde edebileceğinin ayırdına varmış ve ülkemiz sınırsız yağmaya açılmıştır.
İşte hikayenin biz hukukçularla ilgili kısmı ise burada başlamaktadır.
Neoliberal gerici devlet bugünkü adı ile Akp / Saray rejimi, adalet ve güvenlik adı altında baskı ve zor aygıtlarını bilemiş, sermaye sınıfına tanınan sınırsız yağmaya karşı direniş gösterebilecek yahut mücadele edecek yurttaşların direncini kırmak için açık faşizm uygulamaları devreye sokulmuş, yargı hakkını arayan işçinin, doğasına sahip çıkan yurttaşın, toplumsal muhalefetin susturulmasının aracı haline getirmiştir.
Başka bir deyişle neoliberal gerici devlet, yerli ve yabancı şirketler için özel güvenlik hizmeti veren ve türlü yöntemlerle halkın yarattığı her türlü değeri “özel sektöre” aktaran devasa bir şirkete dönüşmüştür. Özellikle pandemi ile birlikte bu özelleştirmeci, yap işlet devretçi, yap kiralacı neoliberal devletin makyajı dökülmüş, sermaye sınıfı ile ilişki bütün dolayımlarını yitirmiş, sermayenin çıkarları söz konusu olduğunda emir komuta zinciri içinde çalışan, kendisini gericilikle tahkim etmiş zalim bir sömürü aygıtı kaldığı bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır.⁶
Hakkını arayan madencinin karşısına jandarmanın dikilmesi, pandemi süresince halkına en az destek ve yardım sağlayan ülke olması, Seka’nın özelleştirilmesi ile birlikte kağıtta dışa bağımlılık ve pahalılık, enerji sektöründe yapılan özelleştirmeler neticesinde yurttaşların ödenemez duruma gelen elektirik faturaları özel güzeldir yalanından bugüne özelleştirmeci neoliberal gerici devletin ülkemizi getirdiği noktayı özetleyen örneklerden sadece bir kaçı.
Hiç Kimse Kendisinde Olmayanı Veremez!
Yukarıda kısaca özetlediğimiz neoliberal yağma ülkemizi her yönüyle çökertmiştir. Eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik, enerji, tarımsal üretime destek ve sağlıklı bir çevre gibi emekçilerin ayakta kalmasını sağlayan, yurttaşları eşitsizlikler karşısında bir nebze olsun ferahlatan kamu rolü tamamıyla ortadan kaldırılmış, kamu hizmetleri bir yük olarak görülmüş ve felce uğratılmıştır.
En temel insani gereksinimlerin sağlandığı alanlar dahi piyasanın insafına terk edilirken yargının ve bir bütün olarak adalet kurumunun bundan azade kalması ise beklenemez. Neoliberal devlette adalet kötürümleştirilmiş, arabuluculuk gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yolları ile yargı ve yargılama tasfiye edilmeye başlanmış, haksız tutuklamalar, yargının muhalefeti bastırmanın ve tasfiye etmenin aracı haline getirilmesi, uzun yargılamalar, cezasızlık ve yurttaşların adalet beklentisinin karşılanmaması ile yargıya olan güven yok edilmiştir.
Bir üst yapı öğesi olan adalet ve yargının 40 yıldan fazla bir süredir içinden geçtiğimiz neoliberal sermaye birikim ve yağma sürecinden nasibini almaması, dönüşmemesi / dönüştürülmemesi kapitalizmin yasallıklarına olduğu kadar eşyanın tabiatına da aykırıdır. Kendinden menkul bir yargı ve adalet yoktur, olmayacaktır. Ülkemizde adaletin sağlanması meri yada evrensel hukuk kurallarının yargı eliyle uygulanmasından ziyade artık tamamıyla mücadele konusudur. Bu nedenle günümüzün neoliberal gerici devletinin tezahürü olan Akp / Saray iktidarı ne kadar adilse yargısı da o kadar adil olacaktır.
Başka bir deyişle hiç kimse kendisinde olmayanı veremez!
Hal böyle iken bu süreci tersine çevirecek olan ise yurttaşların adalet dahil olmak üzere her alanda ortaya koyacakları mücadeleden başka bir şey değildir.
Adaletin kesik damarlarından devam edeceğiz.
Kaynakça
- https://www.mimarist.org/wp-content/uploads/yayinlar/mimarist/pdf/58.pdf
- https://www.cumhuriyet.com.tr/amp/haber/sayistayin-denetleyemedigi-turkiye-varlik-fonunu-yabanci-sirket-denetleyecek-1809754
- http://arastirma.disk.org.tr/?p=4063
- https://www.calismatoplum.org/makale/turk-hukukunda-grev-yasaklarive-ilonormlari
- https://www.ttb.org.tr/dergi/index.php/msg/article/viewFile/278/258
- https://ilerihaber.org/icerik/farplas-iscileri-gozaltina-alindi-136338