Ulaş Özdemir Yazdı; Patronlar İçin Saray Rejimi, İşçiler İçin Demokrasi

Burjuva Devrimler Çağında Demokrasi

Demokrasi, despot monarşilerin halk ayaklanmalarıyla bir bir devrildiği burjuva devrimleri çağında pamuklara sarılarak hediye  edilmiş bir kazanım değildir. Genel olarak burjuva devrimler çağı olarak da adlandırılan bu dönemde burjuvazi henüz gericileşmediği, burjuvazinin devrimin ideallerine sahip çıktığı bir dönem olup genel oy hakkı, seçme seçilme hakkı, eşitlik, özgürlük ve adalet talepleri, krallıkların devrilerek demokrasiye geçilmesi vb. talepler burjuvazinin de bayrağında yazıyordu. Burjuvazi bu sayede kendi sınıfsal çıkarlarının  sanki tüm halkın çıkarıymış gibi sunmayı başarmış ve işçi sınıfını mücadelesine kazanmıştır.

   Monarşileri deviren burjuvazi iktidara geldiği andan itibaren devrimci talepleri ve sözleri bir kenara bırakmış, Fransa örneğinde olduğu gibi Robespierre gibi devrimin önderleri katledilmiş, hızla gericileşen burjuvazi halkın sokakları ele geçirmesinden korkmuş ve monarşi ile anlaşma yoluna gitmiştir. Bu bağlamda demokrasinin batı toplumlarında liberalizmin ve onun emek sömürüsüne dayanan kapitalist ekonomik sisteminin doğal bir sonucu veya insanlığa bir lütfu olarak ortaya çıkmadığını söyleyebiliriz. Demokrasi ve kapitalizm bir çok noktada çelişir.  Bu çelişkilerin başlıcası kapitalizmin işçilerin demokratik hak ve özgürlüklerine karşı yürüttüğü baskı ve sindirme politikasıdır. Demokrasi bu baskı ve sindirme politikasına karşı kapitalist sistemin yarattığı işçi sınıfının yaratıcısına karşı yürüttüğü uzun soluklu ve kanlı mücadeleler sonucu elde edilmiştir. Özetle demokrasi ve giderek sosyalizm, kapitalizme rağmen, onun insanlığa vurmak istediği prangalara karşı ortaya çıkan bir mücadelenin eseridir.  Dolayısıyla batı toplumlarında demokrasinin doğuşunun altyapısında işçi hareketine dayalı siyasal mücadelelerin yattığı gözlemlenebilecek bir gerçektir. Bu doğrultuda demokrasi ve işçi hareketleri arasında birbirlerinin varlığını teyit eden tam olarak göbekten bir ilişkinin var olduğundan söz edebiliriz. Bu ilişkide işçi hareketinin varlık kazanabilmesi ne kadar demokrasinin yansıması olan grev hakkı ve sendikal özgürlükler ile bağlıysa demokrasinin varlık kazanabilmesi de işçi hareketinin bu hak ve özgürlüklerini gerçekleştirebilmesi koşulundan geçer.

Patronlar İçin Saray Rejimi, İşçiler İçin Demokrasi

Otoriter bir rejim ve demokrasi arasında sağ kalma mücadelesinin verildiği Türkiye’de ise demokrasi düzen partilerinin tekelinde tanımlanan indirgemeci bir yaklaşımla seçimden seçime salt oy kullanmaktan ibaret görülen bir mekanizma olarak varlık kazandırılmak isteniyor. “Seçimden seçime demokrasi” tanımında birleşen düzen partilerinin asgari müşterekte uzlaşısı tam olarak anayasanın çizdiği sınırlar değil de saray rejiminin esas aldığı “sokaksız siyaset” sınırları içerisinde sağlanıyor. “Geçinemiyoruz!” diye haykıran, seçimi bekleme lüksü olmayan milyonlarca işçi, öğrenci, yoksul, emekli… bu asgari uzlaşının esiri ediliyor. Anayasal güvence altında sokaklarda gösteri yürüyüşü yapmak isteyen, greve gitmek isteyen milyonlarca insanın hakkı alenen partileşen yargı erki ve kolluk zorbalığıyla gasp ediliyor.

Patronlar İçin Saray Rejimi, İşçiler İçin Demokrasi

Dalga dalga yayılan işçi grevleri düzen partilerince sahiplenilmiyor ancak işçiler inatla demokratik taleplerini sahipleniyor. Tüketici Hakları Derneği’nin verilerine göre Türkiye’de aç ve yoksul sayısı 66 milyon kişiyi bulmuş durumda. Eğer bu durumu tasvir edecek olursak, milyonlarca insanın boynuna idam mahkumun boynuna takılan urganı hatırlatırcasına açlık ve yoksulluk urganı takıldığını söyleyebiliriz. Halkın celladı saray rejimi rest çekercesine “son sözünüz ne?” diye soruyor. Adaletsizlikleri haykıran seslerin arasından bir ses tüm sesleri bastırmaya çalışıyor. Bu ses düzen muhalefetinin sesi… Boynunda urgan tabure üzerine çıkarılmış halka dönerek, celladına gülümseyen bir edayla “provakasyona gelmeyin” diyor. Anayasa ile tanınmış hak ve özgürlüklerin kullanımının bu indirgemeci yaklaşımın ifadesiyle “demokrasi” olarak değil “provokasyon” veya saray rejiminin ifadesiyle “terörizm” olarak nitelendirildiğine her fırsatta tanıklık ediyoruz. Ne toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ne de sendika özgürlüğünü ve grev hakkını içselleştiremeyen, demokrasiden saymayan bir yaklaşım var. Peki bu yaklaşımdakilere sormak isteriz: Patronlar tarafından kolluk gücüyle zorla grev bastırmak mıdır demokratik olan? Gösteri yürüyüşünü hukuksuzca kolluk şiddetiyle bastırmak mıdır demokratik olan? Grev midir meşru olan yoksa grev kırmak mıdır? Anayasa ile garanti altına alınmış bu hak ve özgürlüklerin çiğnendiği bir ortamda demokrasiden bahsedilebilir miyiz? Demokrasi tam olarak kavranamadan yeni bir siyasal ve ekonomik düzenden söz edilebilir mi?

İşçi Sınıfı Penceresinden Demokrasi

Yeni bir siyasal ve ekonomik düzenden bahsedeceksek eğer bu ancak demokrasinin doğru kavrandığı ve içselleştirildiği bir anlayışla gerçekleşecektir. İnsanların sadece siyasal alanda değil ekonomik alanda da yani iş yerlerinde ve emeğinin karşılığını belirlemede söz sahibi olabilmesi demokrasi için olmazsa olmazdır. Eğer muhalefet Türkiye’ye demokrasi getirmek iddiasındaysa kapitalizm ve işçi çatışmasında dalga dalga yükselen işçi grevlerine omuz vermesi gerekir. Demokrasi doğru kavrandığında patronun veya devletin işçinin örgütlenmesine ve sendikalaşmasına karşı müdahalesinin aslında demokrasiye karşı müdahale olduğu anlaşılacak. İşte o zaman patronun grev bastırmak suretiyle yalnız işçiye değil demokrasiye karşı da bir saldırıda olduğu anlaşılacak. Ancak o zaman eskiyi yıkıp yeni bir siyasi ve ekonomik düzen kurulabilir. İşçiler hukuksuzca gözaltına alınırken kafasını kuma gömerek kayıtsızlığa mahkum etmeyi yol gösteren bir düzen muhalefetinin bu ülkeye demokrasiyi getiremeyeceği kesindir. Sonuç olarak kapitalizm ve demokrasi çatışmasında demokrasiden yani işçiden taraf olmak vazgeçilmez bir koşuldur yoksa arzu edilen yeni düzen adına ölü bir doğum kaçınılmazdır.  

Tarihten Bugüne Grev İşçi Sınıfının Hakkını Alma Mücadelesinde En Önemli Mücadele Aracıdır