Ülkemizde yaşanan en büyük işçi katliamı bundan tam 8 yıl önce gerçekleşti. 13 Mayıs 2014’de Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. tarafından işletilen Eynez maden ocağında yaşanan katliamda 301 madenci hayatını kaybetti.
Yusuf Yerkel adlı Başbakanlık Müşavirinin işçileri tekmelediği, avukatların ve işçi ailelerinin polis şiddetine maruz kaldığı, darp edildiği görüntülerin hafızalarımıza kazındığı katliamın üzerinden 8 yıl geçmesine rağmen acılı ailelerin, avukatların ve duyarlı kamuoyunun adalet beklentisi ise henüz gerçekleşmiş değil.
Patronun beraat ettiği, Yargıtay heyetinin değiştirildiği ve yeni Yargıtay heyetinin cezaları fazla bularak yerel mahkemenin kararını bozduğu ve daha bir çok hukuk skandalının yaşandığı davada son durumu yıllardır Soma Maden Katliamı davasını takip eden avukatlardan Sayın Av. Mürsel Ünder ile konuştuk.

Hukuk Ötesi: Mürsel bey dava sürecini kısaca özetleyebilir misiniz?
Av. Mürsel Ünder: Dava sürecinde altını çizmek istediğim bazı konuları ifade etmek isterim. Öncelikli olarak ailelerin örgütlü ve birlikte hareketliliği yargılama sürecinin en önemli dinamiklerinden birisiydi. Bu birliktelik niceliksel olarak dönemlere göre farklılıklar gösterse de ve bugün itibarı ile ivmesi biraz düşmüş olsa da ailelerin ısrarlı takibi bu yargılamanın en belirgin özelliğidir.
İkinci olarak avukatların dosyaya çok ciddi bir katkısının olduğunu düşünüyorum. Henüz soruşturmada hemen hemen hiçbir şey yapılmamışken ilk günden itibaren sürecin kolektif bir şekilde takip edilmiş olmasını önemsiyorum.
Türkiye’nin dürüst kamuoyu ve özellikle toplumsal muhalefet ilgisini eksik etmedi. Tüm bu bileşenler ile çok ciddi mesafeler alındı. Bu katliama karşı yürütülen mücadele ve avukatlık pratiği açısından benzer nitelikteki iş cinayetleri dosyalarından da – sadece ölüm sayısının fazlalığı sebebiyle değil – özgün bir yerde konumlandı.
İş cinayetlerinde cezasızlık kültürü ülkemizdeki yaygın yargı pratiklerindendir. Ülkemizdeki çalışma hayatına hâkim olan kuralsızlık ve güvencesizliğin beslediği bu tablo aslında her gün yaşanmaktadır. Onlarca işçi, birer maliyet kalemi olarak görülen ve bu sebeple alınmayan güvenlik önlemleri dolayısıyla hayatını kaybetmektedir.
Sermaye-devlet-yargı ilişkisi açısından da durum devlet ve yargının genel olarak sermayeye kol kanat gerdiği, işverenlerin istihdam yaratan bir velinimet olarak görüldüğü, dosyaların verilebilecek en düşük cezalar ve yaptırımlarla kapatıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Soma davasında bu durumu oldukça zorlayan ve mevcut tablonun dışına çıkan bir müdahale hattı yakınlarını kaybeden aileler ve avukatları ile oluşturulmaya çalışıldı.
Bu direngen, kararlı ve örgütlü karşı duruş üzerine patronlar ve patronlara kol kanat gerenler için işler planlandığı gibi gitmedi bu sebeple sıklıkla dosyaya müdahale etmek zorunda kaldılar.
Görünen ilk müdahale dosya savcısının Şubat 2017’deki duruşmada esas hakkında mütalaa da bulunacağını söyleyip duruşmaya beş dakika ara verilmesi talebiyle başladı. O savcı yaklaşık bir yıl boyunca mütalaa vermedi, sonra sabotaj, Fetö, Müge Anlı meseleleri ile yaklaşık 1,5 yıl oyalandık. Bu süreçte 3 savcı değiştirildi, mahkeme başkanı ve üyeleri değiştirildi. Muhalefet şerhleri olsa da istinaftan kararı istedikleri gibi geçirebildiler. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin Eylül 2020’de verdiği karar istenilen ceza açısından bizim talebimizle büyük ölçüde uyuşuyordu.
Hukuk Ötesi : Yargılamalar sırasında bizzat holding patronunun avukatlarının duruşma esnasındaki beyanlarına göre holding patronu Alp Gürkan hakkında savcılık tarafından iddianame düzenlenmesi engellenmiş, uzun yargılama süreci sonunda ise Yerel Mahkemece Alp Gürkan’ın beraatine, oğlu Can Gürkan’ın ise taksirle adam öldürme suçundan 15 yıl mahkumiyetine karar verilmişti. Kararın bu boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Av. Mürsel Ünder: Esas hakkındaki iddialarımızda toplam altı farklı fiil için – her fiil için ayrı ayrı olmak üzere – her bir sanık açısından 301 kez ölüme, 162 kez yaralamaya sebebiyet vermeden dolayı olası kastla öldürme ve yaralamaya sebebiyet vermekten cezalandırılmasını talep etmiştik.
Can Gürkan ve Alp Gürkan madeni 2009 senesinde Ciner Holding’ten devraldılar. Madeni devraldıkları andan itibaren tüm risklerin farkında olarak fakat bunları umursamayarak hareket eden, sınıfsal konumuna uygun olarak madencilerin hayatlarını hiçe sayan ve daha fazla kömür çıkarmaya odaklanmış çalışma hayatını dayattılar. Devraldığı ilk günden itibaren iğneden ipliğe madendeki her şeyden haberi olan, her aşamayla birebir ilgilenmiş ve tüm kararları veren, uygulayan ve takip eden bir pozisyonda olmuştur. 12 milyon TL değerindeki havalandırma sistemini yapmamış olması bu katliamda ölü sayısının artmasındaki en büyük nedenlerdendir. Madeni devreden şirketin 1-1,5 yıl boyunca çalıştırmayı deneyip başaramayınca pes ettiği ve sürekli çıkan yangınlar sebebiyle teslim etmek zorunda kaldığı bir ocağı devraldıktan 25 gün sonra hiç bir şey yapmadan olduğu haliyle faaliyete geçirmiştir.
Elbistan/Çölolar madeninde ölen 11 madencinin katillerine para cezası veren ve bunu taksitlere bölen hâkimin Soma dosyasına atandığı ilk günden itibaren patronları koruyacağı ve mümkün olan en düşük cezayı vereceği konusunda ciddi kaygılarımız vardı. Bu kaygılarımızı her defasında dile getirdik ve sonuçta patronlar diledikleri kararı yerel mahkemeden ve istinaftan çıkartmayı başardılar.

Buradan yola çıkarak şunu sormak istiyoruz bütün yargılama sürecine ve Yargıtay’a yönelik bu müdahaleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hukuk Ötesi: Yerel Mahkeme aşamasından sonra Yargıtay 12. Ceza Dairesi Yerel Mahkeme kararında hükmedilen cezaları az bularak bozmuştu. Özellikle Can Gürkan’ın yangın riskini bildiği, buna rağmen havalandırmaya yönelik teknik altyapı oluşturulmadığı, iş güvenliği önlemlerinin alınmadığı, üretim zorlaması vb. gerekçelerle başta Can Gürkan ve Ramazan Doğru hakkında 301 kez olası kastla öldürme ve 162 kez olası kastla yaralama suçlarından ceza verilmesine hükmetti. Ancak sonra belki de ülkemiz tarihinde görülmeyen bir şey oldu. Yargıtay’ın iki “savcısı” karara itiraz etti ve mahkeme heyeti de istenen yüksek cezalarda değişti.
Av. Mürsel Ünder: Görünüşe göre Yargıtay’da istenilen sonucu alabilecek organizasyonda sorun yaşadılar ve Yargıtay 12. Ceza Dairesi Eylül 2020 tarihinde sanıkların olası kastla cezalandırılması gerektiğini söyleyip bozma kararı verdi. Bu karar taleplerimize yakın olan bir karardı. Karar verildikten yaklaşık 4 ay sonra olağanüstü ve istisnai denilecek bir yolla Yargıtay C.Savcıları itiraz ettiler. İtiraz sonrasında Yargıtay’ın ilgili ceza dairesine dışarıdan atanan bürokratlar ile oy çokluğu sağlandı ve verilen önceki karar değiştirildi.
Bu tablo en az katliam kadar Türkiye’de hatırlanacak siyasi ve hukuki bir rezalettir. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’ne atanan yeni 3 üye – siyasi kişiliklerinin yanında- kamuoyunda çok önemli dosyalarda şaibeli kararlar ile anılan ve yıllardır hâkimlik yapmayan bürokratlardan oluşturulmuştur.
Tartışma temel olarak sanık Can Gürkan’ın “Bize bu dosyada olası kasttan cezayı verirseniz madenleri işletecek sermayedar bulamazsınız” açıklamasıyla, bizlerin “Bu işçi katliamı dosyasında olası kasttan ceza vermezseniz Türkiye’de hiçbir dosyada olası kasttan ceza verilemez” açıklaması arasındaki karşıtlıktan doğmuştur. Tarihsel açıdan emek-sermaye çelişkisi konusunda yargının nasıl tutum alacağı bizim nazarımızda son derece net olsa da mevcut yargı pratiklerini aşmaya zorlayan bir hukuk politikası ile süreci yürüttük.Yargıtay’a yapılan müdahale ise özet olarak, siyasi iktidarın ve yargının oyunu her zaman sermayenin lehine kullanacağını gösteren bir hukuk maskaralığıdır.
Hukuk Ötesi:Toplumsal davalarda yargı pratiğine baktığımızda sadece siyasi içerikli davalarda değil sorumlusunun devlet ve patron olduğu Çorlu Tren Katliamı, Hendek Havai Fişek Patlaması vb. davalarda tarafsız ve bağımsız yargı balonunun fiilen söndüğü ve yargının büyük oranda patronu ve gerçek suçluları koruduğunu söyleyebilir miyiz? Yargıdaki bu dönüşüm nasıl gerçekleşti, neden bu noktaya geldik?
Av. Mürsel Ünder: Ülkemizde muhatabının devlet veya sermaye olduğu hemen hemen her durumda devlet – ve mahkemeleri – varoluşu gereği toplumun adalet beklentisini karşılaması, sermaye ile arasına mesafe koyması söz konusu değildir. Ceza verilmesi zorunlu olan durumlarda ise yaratılan ara mekanizmalarla, setlerle İSG uzmanı, müdür, şef vs pozisyonundaki kişilere sorumluğun yüklenmesi ile sermayeye ve sermayedara dokunmayan bir sistem inşa edilmiştir.
Bağımsız yargı iddiası her dönem için oldukça hatalı ve yüzeysel bir tespit olarak kalmaya mahkûm. Yargı niteliği gereği hiçbir zaman bağımsız ve tarafsız olamaz. Yargının sınıfsal çelişkilerden azade bir varoluş içerisinde olduğu ve bir hakem olarak olaylara dışarıdan baktığı şeklindeki liberal tez bir kez daha ve bu sefer toplu bir iş cinayeti dosyasında çökmüştür.
Bu topraklar açısından bu durum Osmanlı’da da böyleydi şimdi de böyle. Biz devletin ileri sürdüğü vaatlerine, kurallarına bağlı olmama halini (Anayasa, kanunlara, yönetmeliklere bağlı hissetme) bu dönemde daha belirgin bir şekilde görüyoruz ve deneyimliyoruz. Bu durumu tersine çevirecek olan “iyi” yönetimler değil haklarına sahip çıkacak toplumsal muhalefettir.
Hukuk Ötesi: Davaya dönecek olursak yargılama boyunca maden ocağında hiç bir tedbir alınmadığı, rödovans sistemi ve devletin alım garantisi ve bununla birlikte patronun yüksek kar uğruna yaptığı üretim zorlamamasının katliamın boyutlarının büyümesine yol açtığını öğrendik. Bu katliamdan sonra mevzuatta bir değişiklik oldu mu? İlerleyen günlerde benzer katliamlarla karşılaşma ihtimalimiz var mı, patronlar ve iktidar bu katliamdan herhangi bir ders çıkardı mı sizce?
Av. Mürsel Ünder: Katliamdan hemen sonra atar topar madencilerle ilgili yasal düzenleme yapıldı ücretleri, çalışma koşulları, emeklilik hakları ve madenlerde alınması gereken temel iş güvenliği önlemlerine dair işçiler açısından olumlu olan bazı düzenlemeler yürürlüğe girdi.
Fakat özellikle yaşam odası zorunluluğu gibi iş güvenliğine ilişkin kısımlar, ücret ve çalışma koşullarına ait birçok maddenin yürürlüğü ertelendi daha sonra bir kez daha ertelendi ve nihayetinde çok güdük diyebileceğimiz bir kaç olumlu hüküm dışında katliam zamanındaki koşullara geri döndük.
Neredeyse hiç denetlenmeyen ve kamu gücüyle sınırlandırılmayan bir alan olan maden işletmeciliğini maden sermayesinin kural tanımaz kâr hırsı ile beraber düşündüğümüzde bu çok tehlikeli sayılan iş kolunda benzer katliamların yaşanma olasılığı çok yüksektir. Madenciler bu süreçte örgütlenmenin, sendikanın ne kadar önemli olduğunu fark ettiler; onlarca yıldır işveren tetikçisi sendikaların, sarı sendikaların işlevlerini bu süreçte çok acı bir şekilde deneyimlediler. Bu nedenle bu makûs talihi kırmanın bir yolu olarak öz örgütlüklerini yarattılar ve işçinin merkezde olduğu sendikalarını (Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’nı) kurdular. Bu örgütlülükle sayesinde yıllardır yaşadıkları birçok sorunu sokaklarda direnerek, militanca mücadele ederek çözdüler ve çözmeye devam ediyorlar. İşçilerin siyasal, sosyal ve sendikal mücadele biçimlerinin güçlenmesiyle iş güvenliği risklerini de diğer çalışma koşullarını da düzeltmeye yolunda çok mesafe kat edeceklerdir.

Hukuk Ötesi: Son olarak 24 Mayıs 2021 tarihinde yapılacak duruşmada sizce ailelerin, avukatların ve duyarlı kamuoyunun adalet beklentisi gerçekleşecek mi?
Av. Mürsel Ünder: Teknik anlamda dosya büyük ölçüde bitti. Dört sanık dışında diğerleri açısından kesinleşti. AYM süreci başlayacak. 13 Nisan 2021’deki duruşmada bozma kararına uyulmasına dair karar verildi. Savcı Ocak 2021’de bürokratların ataması sonrası verilen Yargıtay kararını imla bozuklukları ve cümle düşüklüklerini dahi birebir kopyalayarak esas hakkında mütalaasını sundu.
Mahkeme heyeti hızla ve büyük bir telaşla dosyayı karara çıkarmak istiyor. Fakat böylesine büyük bir pisliği telaşla kapatmaya çalışmak nafile bir çaba. Soma dosyası gerek geçirdiği yargı süreci açısından gerek kamuoyu açısından daha uzun yıllar ülke gündeminde kalacak ve bu yaşananların er ya da geç hesabı sorulacak. Soma davasının sözcülerinden sevgili arkadaşımız Av. Selçuk Kozağaçlı tutuklanmadan önceki konuşmasında; “Son ölümüzün hesabı son katile sorulana kadar bu mücadeleyi bırakmayacağız “ demişti. Hepimizin adına aynı irade ve kararlılıkla mücadeleye devam ediyoruz, edeceğiz.
Hukuk Ötesi: Mürsel bey cevaplarınız için çok teşekkür ediyor, yargının güçlü olanın değil haklı olanın lehine karar verdiği, gerçek manada tarafsız ve bağımsız yargının inşa edileceği, yurttaşların adil yargılandığı, yargının yürütmenin muhalefeti hizaya sokma aracı olmadığı sağlıklı ve güzel günler diliyoruz.
Yanıt Yazınız