Makineleştirilmiş İnsan, Ceza ve Islah

Beyin tümörü teşhisi ile 1 yıllık ömrü kaldığı söylenen Antony Burgess tarafından ilk karısı Lynne’in geçimini sağlamak amacıyla yazılan 5.5 romandan biri olan  Otomatik Portakal, yazarın en ünlü romanıdır. Bu tarihten sonra yazmaya devam eden yazarımız 50 den fazla romana imza atmıştır.

Her Şey Korova Sütbarında Başladı Kardeşlerim

Romanımız, Korova Sütbarı’nda  Alex’in arsız karanlığa ve piçlik yapan buz gibi kışa karşın arkadaşları Pete, Georgie ve Dim ile ne yapacaklarına karar verdikleri sahne ile başlıyor. Uyuşturu madde katkılı sütler içilerek kafaların bulunduğu, döneme ilişkin filozofik değerlendirme ve betimler ile ilerleyen roman, kullandığı alternatif dili[1], pornografi, polis şiddeti, yoksulluk, melekler ve azizler ile bolca küfür, şiddet, gasp, cinayet, karanlık ve uyuşturucu ile adeta bir karabasan gibi üzerinize çöküyor.

İlginç kıyafetleri[2], kullandıkları dil, karıştıkları gasp, tecavüz ve yağma olayları, çete kavgaları ile kusursuz karanlığın kötü çocukları olarak geceler boyu terör estiren Alex ve arkadaşları, gündüzleri ise normal birer çocuk/genç olarak toplumun içine karışıyorlar. Ve hatta, her türlü kötülüğün simgesi olarak “nefretimizi” kazanan Alex bir klasik müzik hayranı.[3] Müzik dinleyen Alex’in hayallerini ise genç yaşlı, kadın erkek ayırt etmeksizin uyguladığı şiddet, “yere yatırılıp ezilen suratları dikizlemek” süslüyor.

Alex ve arkadaşları bir taraftan çeşitli suçlar işlemeye devam ederken Alex’in acımasız ve nobran tutumu arkadaşları içinde iktidarının sorgulanmasına ve çeşitli sorunlara yaşanmasına neden oluyor ve nihayetinde bu durum Alex’in ihanete uğramasına ve cezaevine girmesine yol açıyor.

Kötü, Daha Kötü, En Kötü Yada Distopya

Alex, her gün çalışmasına rağmen yoksul bir hayat süren, mutsuz, adeta makineye dönüşmüş, en temel insani vasıflarını hayatta kalabilmek için mücadele ederken yitiren bir aile ve toplumun içine doğmuş, şiddetin, gasp, hırsızlık, tecavüz, uyuşturucu ticareti ve pornografinin yaşamın her alanını sardığı, böylesi bir dünyada ayakta kalabilmek için daha kötü olmuş; ancak en kötünün “güvenli kollarında” şiddetin her türlüsüne maruz kalmıştır.[4] Gözaltına alındıktan sonra ‘’güvenlik güçleri’’ tarafından işkence ve şiddete maruz bırakılan Alex,  topluma uyduralamayan gençliğin kötü bir temsilcisi olarak kurumsallaşan kötülüğe karşı çaresizce mücadele ediyor. Kanunları bildiğini ifade ettiğinde ve avukat talep ettiğinde polislerce kendisine gerçekte “kanunun kim olduğu, kanunları bilmenin tek başına yetmediği” anlatılan Alex, işlediği tüm suçları itiraf ettiği ifadesini verdikten sonra yine işkence ile nezarethaneye atılıyor. Kötülüğün dahi sınıflandırılabildiği, hiç bir umut ışığının bulunmadığı başarılı bir distopya örneği olan romanımızda Alex’in hayatı geri dönüşsüz bir şekilde değişirken bizim içinde başka soruları sormanın zamanı geliyor.

Ceza, Islah Tedavisi, Topluma Yeniden Kazandırma?

Ceza,  Prof. Dr. Bahri Öztürk ve Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem  tarafından “ancak kanunla konulabilen, amacı, suç işlediği yargısal bir karar ile sabit olan kimseyi yine yargısal bir kararla kusurunun karşılığı olarak bazı yoksunluklara tabi kılarak ıslah etmek (özel önleme) ve genel önlemeyi temin etmek olan korkutucu yaptırım..”  olarak tanımlanırken ı Prof. Dr. Faruk Erem ise “Suç işleyen kimsenin ıslahını sağlamak için devletin kanunla tespit ve hükümle tatbik ettiği tedbirler cezadır”

şeklinde tanımlamaktadır.

Her iki tanımlamadan da anlaşılacağı üzere cezanın amacı ıslah etmek ve toplumun genel iyiliğini sağlamaktır. Ancak bir çok araştırmaya göre başta ülkemiz olmak üzere aldığı ceza ile ıslah edilen ve topluma kazandırılan örnekler bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar az olup cezaevinden çıkan suçluların bir çoğu benzer suçları işleyerek yeniden cezaevine dönmektedir.

Buna karşılık, bir takım ceza hukuku anlayışlarına göre, bilhassa pozitivist ceza hukukçularınca öne sürülen görüşlere göre ise suç bir hastalık olup tedavi edilebilir ve  tedavi edilen suçlular yeniden toplumun içine dönebilirler. Bazı pozitivislerce öylesine ileri gidilmiştir ki; suçluların doğuştan gelen bazı fiziksel ve ruhsal bozukluklara sahip olduğunu, öldürülmeleri gerektiğini iddia edilmiştir.

Romanımızda da aldığı 14 yıllık ceza ile Staja’ya(Eyalet Hapishanesi) gönderilen ve  tek tip elbise giyidirilen Alex, hapishanedeki adı ile 6655321, önce din ile “ıslah” edilmeye çalışılmış ancak koğuşunda yaşanan bir cinayetten sonra hayatı tümden değişmiştir. Hapishaneyi ziyaret eden İçişleri Bakanı pozitivist hukukçuların belirttiği şekilde bir yaklaşıma sahip olup ‘’şuçla başetmenin yolu tamamen tedavide odaklanmaktır. Suç refleksini öldürmek yeter”[5] diyerek suçun bir hastalık olduğunu belirtmiştir.

Suçu veya suçluyu yaratan maddi koşulların düzeltilmesine değil, bizzatihi suç işleyen kişiye yönelen bir anlayışın mahkum edildiği roman, bireyin nasıl makineleştirildiği ve cezalandırmanın amacının  bireyi ıslah etmek değil iradesinin esir alınması olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Alex’in hapishaneden kurtuluş yolu olarak gördüğü ”Suçluları Yeniden Topluma Kazandırma”, “Ludovico” seanslarına katılmayı kabul etmesinden, intiharına kadar yaşadıkları ise tedavi ile kastedilenin benliğin yok edildiği, kendi iradesi ile hareket edemeyen bir ucubeleştirme/ başkalaştırma/ metamorfoz süreci olduğunu ise romanın devam eden sayfalarında görmüş oluyoruz.  Sözünü ettiğimiz dönüşüm ise iki yönlü işlemektedir şiddet ve cezalandırma tekelini elinde bulunduran egemen sınıf bir tarafta yarattığı “ suçluyu” işkence ile “ıslah ederken” diğer tarafta uyguladığı akıl almaz şiddetle birey ile birlikte toplumu da makineleştirmekte, robotlaştırmakta ve iradeyi teslim almaktadır.

Sonuç Yerine

Otomatik Portakal romanı ve Stanley Kubrick’in film uyarlaması ile egemen sınıf/ devlet ve iktidarın suçun ve suçluluğun nedenleri ve maddi koşullarını ortaya koymak yerine “suçluyu” tedavi edilmesi gereken bir hasta imişçesine şiddet ve işkence ile “topluma kazandırmak” yöntemini tercih etmeleri esas olarak toplumu kontrol etmek amacı taşımaktadır. “Suçluya” uygulanan şiddet ve işkence ile toplumun geneline, düzenene uymamasının yaratacağı “hukuki” sonuçları gösterilmekte ve toplum bir bütün olarak korku ile teslim alınmaktadır. Romanda İçişleri Bakanı’nın ifade ettiği gibi suç refleksi yok edilen, suç işleme veya işlememe iradesi yani serbest iradesi elinden alınan  insan gerçekte bir insan olmayıp sadece bir makinedir. İçinden geçtiğimiz bu dönemde de romanımızda anlatılana benzer bir şekilde egemen sınıf/devlet ve iktidar elinde bir sopaya dönüşen  yaptırım uygulama ve cezalandırma tekelinin amacının gerçekte toplumu otomatik portakaldan  ibaret,  itiraz etmeyen ve tek tip mekanik insanlardan oluşan bir makineye dönüşmek olduğu ise eskilerin deyişiyle izahtan varestedir.

İnsan hakları evrensel beyannamesinin 70. yılına girilirken insanın fiziksel ve psikolojik bütünlüğüne saldıran, bireyi adeta otomatik portakala/mekanik insana çeviren, gerçek amacı bireyi ıslah etmek olmayan toplumu elinde tuttuğu ceza, şiddet ve yaptırım tekeli ile  sindirmek ve baskı altına almak olan anlayışlar terkedilmeli bunun yerine suçu yaratan maddi koşulların iyileştirildiği,  yapılacak bilimsel araştırmalarla suç olgusunun üzerine gidildiği, yoksulluk ve her türlü destekten yoksunluğun ortadan kaldırıldığı, ekonomik ve sosyal hakların geliştirildiği, bilimsel eğitimin esas alındığı yeni bir ceza hukuku anlayışı yerleştirilmeli ve geliştirilmelidir.

[1] Rusça kökenli Nadsat dili, yakın geleceğin argosu olarak değerlendirilmektedir.

[2] Antony Burgess, Otomatik Portakal, Çev. Dost Körpe, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Shf. 2

[3] Antony Burgess, Otomatik Portakal, Çev. Dost Körpe, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Shf. 28-29

[4] Antony Burgess, Otomatik Portakal, Çev. Dost Körpe, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Shf. 57 ve devamı.

[5] Antony Burgess, Otomatik Portakal, Çev. Dost Körpe, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Shf. 81