Av. İzzet Güneş Gürseler İle Röportaj : Marmara’da Çevre Sorunları
HukukÖtesi : Tekirdağ Milletvekilliği, Tekirdağ Barosu Başkanlığı ve Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreterliği gibi görevlerinizin yanında, çevre konusundaki duyarlılığınızla tanınan bir hukukçusunuz. 1993 yılında “Dikkat Dünya Tektir” isimli kitabınızla çevre sorunlarına dikkat çekmiştiniz. Çevre hukuku hakkında pek çok makaleniz de bulunmaktadır. Çevre Hukuku’na duyduğunuz özel ilginin kaynağı nedir ?
AV. İZZET GÜNEŞ GÜRSELER : Öncelikle doğa ve insan sevgisi. Tekirdağ’lıyım. Çocukluğum ve gençliğim Marmara kıyısında, Marmara’nın en güzel dönemlerini yaşayarak geçti. Sörf yaptım. Bu güzellik ve değerlerin ne kadar kolaylıkla zarar görebileceğini, korunmaları gerektiğini gördüm. Hukuk fakültesi öğrencisi iken siyasete girip yerelde görevler aldığımda ve 1974 yılında avukatlık ruhsatımı alıp mesleğe de başlayınca bu konudaki düşüncelerim daha da gelişti. 1987 yılında Sosyaldemokrat Halkıçı Parti’den milletvekili seçilince bu bilinçle temel uğraş konum çevre ve çevre sorunları oldu.TBMM kürsüsünde ilk konuşmam Ergene, Trakya ve Marmara’nın çevre sorunları üzerine idi. Konuşmamın gördüğü ilgi beni bu konuyu ülkemizin çevre sorunları boyutunda genişleterek araştırma önergesi haline getirmeye yönlendirdi. Sonuçta araştırma komisyonu kurulması istekli önergem, SHP olarak muhalefette olmamıza karşın iktidardaki Anavatan Partisi ile diğer muhalefet partisi Doğru Yol Partisi’nin desteği ve oybirliği ile kabul edilerek araştırma komisyonu kuruldu. Komisyon üyesi olarak çalıştım. Geniş bir rapor hazırlandı ve bu sürecin sonunda Çevre Bakanlığı kuruldu. SHP’de genel sekreter yardımcısı olarak görev yaptığım dönemde partinin çevre politikalarını hazırlayıp yayınladık.

HukukÖtesi : Marmara Denizi’nde uzun yıllardır devam eden kirliliğin sonucu olarak bu günlerde ciddi bir müsilaj problemi yaşanmakta. MAREM (Marmara Environmental Monitoring) proje grubuna da üyesiniz. Kısaca Marmara Denizi’ndeki kirliliğin temel sebeplerini sayar mısınız ?
AV. İZZET GÜNEŞ GÜRSELER : Evet, MAREM projesini, yönetim kurulu üyesi olduğum Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı bünyesinde destekliyoruz. Marmara yüzölçümü 11352 km2; kıyısının uzunluğu 1089 km olan ve bütün sorumluluğu da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ait bir iç deniz. İçinde bulunduğu bölge yani Marmara Bölgesi, ülkenin kentsel ve endüstriyel yerleşiminin ve de nüfusun en yoğun olduğu bölge. Bu bölgede bulunan İstanbul her yönü ile başlı başına dev bir kirletici unsur.
Sadece Marmara’da değil tüm ülkede çevre sorunlarının temel nedenini yanlış sanayileşme ve yanlış kentleşme politikaları oluşturdu. Sanayi yerleşiminin fiziki planlaması yapılmadığı için sanayi kuruluşları ülkenin batısında toplandı. Bunun sonucunda doğudan batıya yaşanan iç göç Marmara kıyısında “sanayileşme” ve “kentleşme”yi plansız ve düzensiz hale getirdi. Kentsel ve endüstriyel atıkların hedefi Marmara oldu. Buna Trakya’da yerleşik sanayi tesislerinin Ergene Nehri’ne verdiği zarar da eklendi. Bütün bunların üstüne tam anlamı ile tetikleme 1989 yılında İstanbul Belediyesi’nin Haliç’in rengini belediye başkanının gözlerinin rengi gibi mavi yapma iddiası ile uyguladığı, Haliç’in çamurunu ve pisliğini Marmara Denizi’ne atması ile gerçekleşti. Alt akıntı ile bu çamur ve pisliğin Karadeniz’e çıkacağına inanıyorlardı. Bilim insanları ve bizler ne kadar karşı çıktık isek de anlatamadık.
Sonuçta Marmara bu hale geldi ve ticari değeri olan 127 tür kalıcı balığından sadece mezgit, istavrit gibi birkaç tür kaldı. Ülkemizin su ürünleri üretimine katkısı % 22 den % 4 lere indi.
Bunlar olurken şimdi bir de Trakya’nın, Ergene’nin pisliği derin deniz deşarj yutturması ile Marmara’ya verilmeye çalışılıyor.
Özetle temel sebepler; yanlış sanayileşme ve kentleşme politikaları, sorunu bütüncül görememek ve başta yatırım kararları olmak üzere tüm politika ve kararlarda çevre kaygısını esas almamaktır.

HukukÖtesi : Marmara Denizi’ndeki kirliliğin sorumluları kimlerdir? Mevcut kirliliğe engel olmak için kimler hangi önlemleri almalıydı ?
AV. İZZET GÜNEŞ GÜRSELER : Aslında hepimiz sorumluyuz. Temel görüşüm; çevre sorunları ile sonuç alıcı bir mücadelenin olabilmesi ülke gerçeklerine uygun, çevreyi kalkınmanın hem kaynağı, hem de sınırı gören, enerjiden tarıma, nüfustan kentleşme ve sanayileşmeye, ulaşımdan turizme, eğitimden kültüre, ticarete, vergiye kadar tüm alanlarda eko politikaların uygulanmasıdır. Eko politikaların belirlenerek uygulanması ve takibi de ancak eko siyasi partilerle olur. Eko partilerin iktidara gelebilmeleri için de eko seçmen gerekir/gerekirdi.
Olması gereken, kirlilik yaratmamaktır. Bunun için de kirlilik üretecek bir faaliyete girişmeden en başta bu kirliliği ortaya çıkarmayacak projelerin hazırlanması, bunun maliyetine katlanılması, buna uygun kredi, teşvik ve vergi politikaları uygulanması gerekir/gerekirdi.
Aslında insan diğer canlılardan farklı olarak başlı başına kirletici bir varlıktır, yaşamını sürdürmesi için tüketmesi ve kirletmesi gerekir. En başta bu temel gerçeği kabul ederek nüfus artışının kontrol altına alınması gerekir/gerekirdi. Tüketmek için üretmek değil, daha çok tüketmek için değil, daha çok tasarruf ve geri kazanım anlayışını yerleştirmek, endüstriyel ve kentsel yerleşimin uyumlu ve de planlı olarak geliştirilmesi sağlamak, bu anlayışla evsel ve endüstriyel atıkların yok edilmesi gerekir/gerekirdi.
Bütün bunların düzgün kurulup işletilebilmesi öncelikle kurumlaşmış, diğer tüm bürokratik yüklerden kurtulmuş, planlama ve yatırım kararı verme yetkisi olan, su havzaları bazında örgütlenmiş bir ÇEVRE BAKANLIĞI kurulması gerekirdi. Bugünkü yapısı ve örgütlenmesi ile bakanlığın işlevsizliği yaşananlardan bellidir.
HukukÖtesi : Kanal İstanbul Projesi’nin Marmara Denizi’ndeki mevcut kirlilik üzerindeki etkisi nasıl olacaktır?
AV. İZZET GÜNEŞ GÜRSELER : Kanal İstanbul ütopyası, Trakya’nın ve Marmara’nın zaten bozulmuş olan ekolojik dengesini coğrafyaya müdahale edilerek yerle bir edecek son vuruş olacaktır.
Bilim insanları uzun yıllar önce Marmara için yaptıkları ve de haklı çıktıkları uyarılarını şimdi de Kanal İstanbul için yapıyorlar.
Bu ütopyanın gerçekleşmesi durumunda:
- Sadece Kanal boyunca 1.5 milyon nüfuslu yeni bir yerleşim yaratılacağını,
- Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Havalimanı ile birlikte planlanan toplam nüfus artışının 7.3 milyon olacağını,
- Kanal’dan 2.7 milyar metreküp hafriyat çıkacağını, kazı başlayınca bu miktarın çok daha artacağını,
- Bu hafriyatla Marmara Denizi’nde her biri 50 ile 100 bin hektar yüzölçümünde üç ada oluşturulacağını, hafriyatın dökülürken çamurun Marmara’nın tabanına yayılacağını,
- Karadeniz ile Marmara arasındaki akıntı düzenin bozulacağını,
- Büyük sorunlar içinde olan Marmara Denizi’nin daha da büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağını,
- Artan nüfusun su ihtiyacının karşılanmasının, atık sularının giderilmesinin, ulaşımın sağlanmasının büyük sorunlar yaratacağını,
- Kanal üzerinde çok sayıda köprü kurulacağını bunların ve bağlantı yollarının da ayrıca tarım topraklarının kaybına yol açacağını,
- Kanal ile birlikte Karadeniz, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Kanal ile çevrili dev bir ada oluşacağını bunun Istrancalar, Terkos, Sazlıdere, Büyükçekmece havzalarını, yeraltı sularını, ekosistemin su dengesini, orman alanlarını etkileyeceğini,
- Sazlıdere Barajı’nın yok olacağını,
- Terkos Gölü’nün tuzlanacağını,
- Bütün bu olumsuzlukların Trakya’yı doğrudan etkileyeceğini belirtiyorlar.
Bunların hiçbiri kehanet değil, bilim insanlarının açıkladığı bilimsel tespitler.

HukukÖtesi : Marmara Denizi’ndeki kirliliğe karşı nasıl bir hukuk politikası izlenmelidir?
AV. İZZET GÜNEŞ GÜRSELER : Sorunun mevzuat eksikliği ya da yokluğundan kaynaklandığına inanmıyorum. Sorun mevzuatın uygulanmamasında. Bunun nedeni de siyasi irade yokluğu. Bu kötü süreç; “Çankaya’nın bahçesini de veririm.”, “Patates yetişen tarlada otomobil üretiliyor, daha ne istiyorsunuz?”, “Benim müteahhitim işini bilir.” anlayışı ile gelişti.
Yapılması gereken ülkeyi yönetenlerin bu mevzuatı kararlılıkla tavizsiz uygulamalarıdır. Ancak bu şekilde mevzuat caydırıcılık kazanır. Yargı erki önüne gelen aykırılıklarda genel olarak çevre duyarlılığı ile karar vermektedir. Önemli olan yargının önüne götürülecek olayın soruşturmasını eksiksiz tamamlayarak kolayca karar verilebilecek bir dosya hazırlamaktır.
HukukÖtesi : Çevresel problemlere karşı hukuk, siyaset ve sivil toplum alanlarında ne gibi çalışmalar yürütülebilir ?
AV. İZZET GÜNEŞ GÜRSELER : Birlikte hareket etmek, hem yerelde hem de genelde baskı unsuru olabilmek gerekir. Özellikle yerel yönetimler ile birlikte çalışarak önleyici politikalar geliştirmeli, vatandaş devrede olmalıdır. Siyaset yani siyasal partiler öncelikle kendi çevre politikalarını belirleyip geliştirmeli, uygulanmaları için gayret göstermelidirler.
HukukÖtesi : Vatandaşların çevre hukuku bilgisi ne düzeydedir? Bu konuda hukukçuların üzerine düşenler nelerdir ?
AV. İZZET GÜNEŞ GÜRSELER : Vatandaşlarda henüz tam anlamı ile bir çevre bilinci oluşturulamadığı için çevre hukuku bilgisi beklemek doğru olmaz. Sivil toplum örgütleri, kamu kurumları ve baroların bu bilinçlenmeyi oluşturacak eğitim faaliyetlerini birlikte yapmaları gerekir. Barolar şimdiye kadar yaptıkları gibi aykırılıklar üzerine giderek yasal yollara başvurmaya devam etmelidirler.
HukukÖtesi : Kıymetli zamanınızı ayırdığınız için teşekkür eder, hukukotesi.com olarak çevre hukuku alanındaki mücadelenizi selamlarız.

Yanıt Yazınız