AİHM: Selahattin Demirtaş v. Türkiye Davası
Geçtiğimiz aylarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ( AİHM ) Büyük Dairesi tarafından karara bağlanan ‘’Selahattin Demirtaş v. Türkiye Davası (No.2)’’ tarihi bir öneme sahip. Bu önem kuşkusuz, kararın mükemmelliğinden ziyade (bu fazla iyimser bir bakış açısı olurdu), verilen kararlara gerekçe oluşturan tartışma zemininin mahkeme yargıçlarınca geniş tutulmasından kaynaklanmaktadır. Her bir gerekçeye burada yer vermek olanaksız olsa da, tartışmayı güncel kılmak adına, uygulanmayı bekleyen bu kararın yer yer hatırlatılması gerektiği kanaatindeyim.
Mahkemenin Türkiye devleti aleyhine verdiği ihlal kararı üzerinden yaklaşık beş ay geçti (22.12.2020 K.T.). Büyük Daire, verdiği ihlal kararlarının bir sonucu olarak, hali hazırda Edirne F Tipi Cezaevinde tutsak (kendi deyimiyle ‘’siyasi rehine’’) bulunan Selahattin Demirtaş’ın derhal tahliye edilmesi gerektiğini ortaya koydu.
Selahattin Demirtaş’ın tutuklanması süreci
TBMM tarafından dokunulmazlıkların kaldırıldığı ilgili anayasa değişikliğinin 22.05.2016 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yürütülen 39 ayrı ceza soruşturması tek bir dosyada birleştirilmiş (o gün itibariyle yerel mahkemeler nezdinde Selahattin Demirtaş hakkında devam eden 7 ayrı ceza davası bu dosyaların haricindedir), soruşturma kapsamında Selahattin Demirtaş, aralarında 12 HDP milletvekilinin de olduğu operasyon kapsamında 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklanmıştır.
Savcılık, 11 Ocak 2017 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu iddianame ile Selahattin Demirtaş’ın silahlı terör örgütü kurma ya da yönetme, silahlı örgüt propagandası, suç işlemeye tahrik, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, kanunlara uymamaya tahrik ve 2911 suçlarından 43 yıldan 142 yıla kadar hapsini istemiştir. Daha sonra Demirtaş’ın hakkında açılan bu dava Adalet Bakanlığı’nın talebi üzerine Yargıtay tarafından ‘’kamu güvenliği’’ gerekçeleriyle Ankara’ya nakledilerek, dava 31 ayrı fezlekeyle Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan tek davada birleştirildi.
Savcılığın isnat ettiği suçlamaların çoğunluğu, Selahattin Demirtaş’ın siyasi faaliyetleri kapsamında çeşitli gösteri ve toplantılarda, içerisinde çözüm (!) sürecinde sarf edilen kimi sözlerin (özellikle özyönetime ilişkin açıklamalar bu kapsamda ele alınmış) de yer aldığı çeşitli açıklamaları, DTK toplantı ve faaliyetlerine katılması, örgüt talimatı aldığına ilişkin kimi sözde deliller ve 6-8 Ekim Kobane Serhildanı sırasında şiddet olaylarını teşvik ettiği iddiaları şeklinde…
Daha sonrasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2013 yılındaki Newroz kutlamasında yaptığı bir konuşma sebebiyle örgüt propagandasından ayrı bir ceza soruşturması başlatmış, yapılan yargılama sonucunda 7 Eylül 2018 tarihinde Selahattin Demirtaş’a, propaganda suçundan şimdiye kadar verilen en yüksek ceza olan 4 yıl 8 ay hapis cezası verilmiştir. Bu karar geçtiğimiz günlerde (26 Nisan 2021) Yargıtay tarafından onandı ve böylecec eza kesinleşmiş oldu. Selahattin Demirtaş’ın avukatlarının açıklaması bu davanın amacı ve kapsamını özetler mahiyette: ‘’İhtiyaç hasıl olduğunda hemen ceza verilebilecek ve böylece Demirtaş’ı hükümlü kılacak olan dava ‘’… Velhasıl beklendiği üzere, AİHM kararı sonrası bu ‘’ihtiyaç’’ hasıl oldu. Verilen onama (kesinleşme) kararını, aynı gün, Kobani (6-8 Ekim) davasının ilk duruşması izledi…
Selahattin Demirtaş’ın bir dönem (yukarıda aktarılan karar kesinleşmeden evvel) serbest bırakılıp yeniden tutuklandığı herkes tarafından bilinmektedir. AİHM Büyük Dairesi, kararında bu zamansal rastlaşmaları da elbette es geçmedi.
AİHM sürecinin kısa bir özeti
Selahattin Demirtaş avukatları aracılığıyla, tutukluluğun İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin 5., 10., 18. Maddelerini ve Sözleşme’ye EK 1 Numaralı Protokol’ün 3. Maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle 20 Şubat 2017 tarihinde, Hükümet aleyhine AİHM’ne başvurdu.
İhlale konu olan haklar; özgürlük ve güvenlik hakkı (md.5), ifade özgürlüğü (md.10), haklara getirilecek sınırlamaların ‘’sınırları’’ (md.18) ve serbest seçim hakkı şeklinde sıralandı.
AİHM’nin İkinci Dairesinin Demirtaş lehine verdiği ihlal kararları sonrasında, tarafların başvurusu üzerine dava 18 Mart 2019 tarihi itibariyle AİHM Büyük Dairesinde görülmeye başlandı.
Hükümet’in ileri sürdüğü beş ön itirazın tamamını reddeden Büyük Daire 22.12.2020 tarihli kararında;
On altı oya karşı bir oyla Sözleşme’nin 10. Maddesinin, 5. Maddesinin 3. Fıkrasının ve 18. Maddesinin (5. Madde ile bağlantılı olarak) ihlal edildiğine; on beş oya karşı iki oyla Sözleşme’nin 5. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlal edildiğine; Oybirliği ile Sözleşme’ye EK 1 Numaralı Protokol’ün 3. Maddesinin ihlal edildiğine ve on beş oya karşı iki oyla Davalı Devlet’in Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması için gereken bütün önlemleri almasına karar vermiştir.
Mahkeme yanı sıra, on altı oya karşı bir oyla Sözleşme’nin 5. Maddesinin 4. Fıkrasının ihlal edilmediğine karar vermiştir. (Karşı oy veren Yargıç Wojtyczek’in muhalefet şerhi dikkat çekicidir)
Yargıçların büyük çoğunluğu tarafından ihlal edildiği kabul edilen AİHS’nin ilgili maddeleri
Madde 5 Özgürlük ve güvenlik hakkı
1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
(…)
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;
(…)
3. İşbu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir.
Bu madde başlığı altında AİHM Yargıçları, tutukluluğa ilişkin ‘’makul’’ bir şüphe olup olmadığını (1. fıkra) tartışmıştır. AİHM nezdinde oluşan emsal kararlara atıfla Mahkeme, 6-8 Ekim sürecinde HDP’nin Twitter hesabından atılan ‘’destek’’ tweetlerinin siyasi ifade sınırları kapsamında kaldığını ve mevcut haliyle şiddete çağrı oluşturmadığını, Demirtaş’ın ‘’hendek olaylarına’’ ilişkin yorum ve açıklamalarının (‘’direniş’’ kavramını kullanması vs.) ise, şok veya rahatsız edici mahiyette olabileceği kabulünde dahi Demirtaş’ın herhangi bir şiddet çağrısında bulunmadığını, bu açıklamaların ‘’terör endoktrinasyonu’’ seviyesine ulaşmadığını, dolayısıyla ‘’makul şüphe’’ kavramının da, ifade özgürlüğü hakkını zayıflatacak şekilde geniş yorumlanamayacağını belirtmiştir.
Diğer yandan Mahkeme, Demirtaş’ın Abdullah Öcalan’ın heykelinin dikileceği sözlerinin de, belirli bir niyet ve bağlam dâhilinde (çözüm süreci) sarf edildiğini, çözüm sürecinin sonuna kadar Demirtaş’a karşı bu sözlerinden dolayı herhangi bir adım atılmadığını, üzerinden dört yıldan fazla bir süre geçtikten sonra Demirtaş’ın bu sözlerini gerekçe göstererek harekete geçmenin tutukluluğa ilişkin ‘’makul şüphe’’yi oluşturmadığını tespit etmiştir. Diğer yandan Mahkeme, Demirtaş’ın ‘’1984 darbesi’’ ve ‘’Şemdinli ve Eruh direnişi’’ sözlerini de bu kapsamda değerlendirmiştir. Her açıdan Mahkemenin, ‘’çözüm sürecinin’’ arka plan ve havasına, Türkiye halklarının Kürt sorununu açık bir şekilde tartıştığı dönemin konjonktürüne vurgu yapması önemlidir.
1. Fıkra kapsamında yaptığı son değerlendirmede Mahkeme, Demirtaş’la ilgili dosyada bulunan ses kayıtlarına yönelik yaptığı çıkarsamada, örgüt talimatlarına uyulduğu şeklinde bir sonuca varılamadığını ve neticeten 2008’de Avrupa Konseyi’ndeki bir programa katılmanın tutukluluğun yıllarca devam ettirilmesi için yeterli bir gerekçe oluşturmadığını tespit etmiştir.
Sonuç olarak AİHM, mevcut delillerin (!), Demirtaş’ın suç işlemiş olabileceğine dair makul şüphe oluşturmadığından, sözleşmenin 5. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir. Aynı maddenin 3. Fıkrası kapsamında ise AİHM, makul bir şüphenin devamlılığının olmazsa olmaz (sine quanon) ilkesini hatırlatarak, böyle bir şüphenin yokluğunda maddenin bu fıkrasının da ihlal edildiğine karar vermiştir.
Madde 10 İfade özgürlüğü
1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.
Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamında AİHM, yasama dokunulmazlığını tartışmaya açmıştır. TBMM’nde dokunulmazlığa ilişkin yapılan Anayasa değişikliğini hatırlatarak, bu değişiklik ile silahlı terör örgütü kurma ve/veya yönetmeye ilişkin Ceza Kanunu hükümlerinin bu dava özelinde ‘’kanun niteliği’’ şartını oluşturup oluşturmadığını sorgulamıştır.(Uluslararası teamüllere göre sınırlama (hakka müdahale) ancak kanunla yapılabilmeli) ‘’Kanunla öngörülme’’ şartının, ifade özgürlüğüne yapılan müdahale açısından gerçekleşip gerçekleşmediğini tartışırken Mahkeme’nin, ulusal hukuku yorumlama yoluna giderek yapılan konuşmaların, zamanlama itibariyle uygulanacak hukukun bu vakitlerde öngörülür olup olmadığını incelediği görülmektedir. Mahkemenin, ifade özgürlüğüne dönük müdahale konusunu oldukça yerinde ve geniş bir perspektiften ele aldığı görülmektedir.
AİHM Büyük Dairesi, Selahattin Demirtaş’ın yerel mahkemeden (Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi), meclis oturumları sırasında yaptığı konuşmaların incelenmesi ve yargılamaya konu konuşmalarla karşılaştırılması talebine karşın, yerel mahkemelerin bu talebe yanıt vermediklerini ve Demirtaş’ın konuşmalarının dokunulmazlık kapsamında kalıp kalmadığı hususunu hiç tartışmadıklarını saptamıştır. AİHM yargıçları kararda, bu talebin yerel makamlar nezdinde görmezden gelinmesine şu şekilde sitem etmişlerdir: ‘’Mahkeme başvurunun bu husustaki argümanlarına yönelik hiçbir analizde bulunulmamasına hayret etmektedir.’’
AİHM, yapılan anayasal değişikliğin ilgili milletvekillerinin öngöremeyeceği bir durum yarattığını, Venedik Komisyonu’nun ‘’anayasa değişikliği prosedürünün kötüye kullanılması’’ tespitine katıldığını, diğer yandan tutukluluk gerekçesinin sürekli olarak genel suçlara ve Demirtaş hakkındaki delillere bir bütün olarak atıf yapıldığından bahisle ‘’tutukluluğun hangi suç(lar)a dayandığına ilişkin temiz bir zemin sağlamadığı’’nı tespit etmiştir.
Yargıçlar son olarak,10. madde kapsamında ihlal hususunu tartışırken, yerel mahkemelerin kendi Yargıtay’larının ‘’örgüte üyelik kriterleri’’nin büyük bir kısmını dikkate almadan hareket ettiklerini, İnsan Hakları Komiserinin ‘’Türkiye savcılarının ve mahkemelerinin uygun bağlamsal analiz ve delil filtrelemesini Sözleşme’nin 10. Maddesine ilişkin Mahkeme içtihadı ışığında yapmadığı ve bunun sistematik bir ihmal oluşturduğu’’ görüşünü paylaştıklarını, diğer yandan Ceza Kanunu’nun 314. Maddesinin uygulanmasında yerel mahkemelerin, kişilerin silahlı örgüte üyeliğini değerlendirirken genellikle oldukça zayıf deliller temelinde karar verme eğilimi gösterdiği Venedik Komisyonu görüşünü aktarmışlardır.
AİHM Büyük Dairesi sonuç olarak, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanun niteliği gerekliliğiyle bağdaşmadığı, yasama dokunulmazlığının Selahattin Demirtaş’a uygulanmadığı (uygulanmasının düşünülmediği) ve davasında terörle alakalı suçları düzenleyen maddelerin yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin meseleler sebebiyle, Sözleşme’nin 10. Maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Madde 18 Haklara getirilecek kısıtlanmaların sınırlanması
Anılan hak ve özgürlüklere bu Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz.
Bu madde kapsamında AİHM’nin, oldukça politik noktalara değindiğini belirtmekte fayda vardır. İlgilisi kararın ilgili kısımlarına göz atabilir. Bu bölümde AİHM Yargıçları, Sözleşme’nin 5. Maddesinin 1. Fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesinin, tek başına Sözleşme’nin 18. Maddesinin de ihlal edildiği sonucuna varılamayacağını; ayriyeten makul şüphenin yokluğunda, Sözleşme’nin 18. Maddesi doğrultusunda tespit edilebilir bir baskın amacın olup olmadığını incelemesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu kapsamda Yargıçların, Cumhurbaşkanı’nın ‘’iki eş genel başkanı bırakmayacağız’’, ‘’HDP liderleri bedelini ödeyecek’’ şeklindeki tehditkâr açıklamalarına özel önem atfettikleri görülmektedir. Mahkeme buradan hareketle, Demirtaş’ın tutukluluğunun da münferit bir örnek teşkil etmediğini, belirli bir örüntü izlediğini tespit etmektedir.
Kararın bu kısmında AİHM, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından bu yana belki de önemli anayasal reformlarından birine ilişkin kamuoyunda tartışmalar sürdüğüne ve Demirtaş’ın tutukluluğunun da ‘’tartışmasız bir şekilde’’ Türkiye’ye başkanlık sistemi getirilmesine karşı etkili bir kampanya yürütmekten alıkoyduğuna kanaat getirmektedir. Yine buradan hareketle Mahkeme, hükümetin, Demirtaş’ın tutukluluğundan faydalandığını gözlemlemektedir.
Diğer yandan, aynı madde başlığı altında AİHM, Türkiye’nin HSYK’ya dönük yapısal değişimlerini eleştirmekte, Cumhurbaşkanının yetkilerinin oldukça arttırıldığını gözlemlemektedir. Burada Mahkeme’nin yer verdiği Venedik Komisyonu’nun görüşü de aynı noktaya parmak basmaktadır: ‘’Yüksek Kurul’un kontrolünü ele geçirmek, özellikle hâkimlerin ihracının ve nakillerinin bu yaygın bir uygulama haline geldiği bir ülkede hâkim ve savcıların kontrolünü de ele geçirmek anlamına gelir.’’
Son olarak AİHM’nin şu vurgusu, AİHM Yargıçlarının genel bakış açılarını özetler mahiyette olduğundan önemlidir: ‘’Başvurucunun tutuklanması ve tutukluluk halinin devam ettirilmesi, yalnızca ona oy veren binlerce seçmenin Millet Meclisi’nde temsil edilmesini engellememiş, ama aynı zamanda tüm topluma, özgür demokratik tartışmanın kapsamını daraltan tehlikeli bir mesaj verilmiştir. Bu unsurlar, yetkililerin başvurucuyu tutuklarken gösterdiği sebeplerin yalnızca baskın siyasi amaçlar için bir kılıf olduğu, esas amacın tartışmaya yer bırakmayacak şekilde demokrasinin aşağı çekilmesine ilişkin bir konu olduğu sonucuna varması için yeterlidir.’’
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye
Ek Protokol No.1 (Paris, 20.III.1952)
Madde 3 Serbest seçim hakkı
Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler.
AİHM, içtihatları doğrultusunda, bir milletvekilinin tutukluluğunun Sözleşme’nin 10. Maddesiyle uyumlu sayılamayacağı durumlarda, 1 Numaralı Protokol’ün 3. Maddesini de ihlal edeceği görüşünde olduğunu aktarmıştır. Dolayısıyla buradaki gerekçeleri de, ifade özgürlüğüne ilişkin gerekçelere ‘’milletvekili’’ olma sıfatının da eklenmesi ile birlikte, büyük oranda örtüşmektedir. Mahkemenin, muhalif Yargıç Wojtyczek’in görüşlerine karşın (kanaatimce muhalif yargıcın bu görüşleri sosyal ve siyasal bilimler açısından oldukça önemlidir) milletvekili sıfatını halk temsilciliği (halkın iradesi vs.) anlayışıyla bütünleştirmesi de oldukça ilginç olmuştur.
Sonuç olarak AİHM, görev süresi boyunca milletvekili statüsünü korumasına rağmen, tutukluluğunun, halkın kanaatlerinin özgürce ifade edilmesine, ayrıca seçilme ve mecliste hakkına haksız bir müdahale teşkil ettiği için Ulusal Meclis faaliyetlerine katılmasının fiilen imkânsız olduğu sonucunu doğurduğundan, Ek Protokol’ün 3. Maddesinin ihlal edildiğini belirtmiştir.
On altı oya karşı bir oyla ihlal olunmadığı kabul edilen ilgili maddeve Wojtyczek’inmuhalefet şerhi:
Madde 5 Özgürlük ve güvenlik hakkı
4. Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve, eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir
Bu madde açısından AİHM, ilginç bir şekilde ‘’Anayasa Mahkemesi önünde geçen on üç ay dört günlük sürenin ‘kısa’ olarak değerlendirilemeyecek olmasına rağmen, davanın kendilerine özgü koşullarında, Sözleşme’nin 5 maddesinin 4. Fıkrasının ihlal edilmediği’’ sonucuna varmıştır.
AİHM burada Selahattin Demirtaş açısından, makul süre (süratlilik) ilkesini, kurumlar arası iş birliği anlayışına kurban etmiştir. Buna sözde dayanak olarak ise, bir milletvekilinin, dokunulmazlığının kaldırılması sonrasında tutuklanması ile ilgili karmaşık meseleler gündeme getiren türden ilk davalardan biri olması nedeniyle karmaşık olmasını, 15 Temmuz sürecinin Anayasa Mahkemesi’nin iş yükünü arttırmasını, dolayısıyla da bu ‘’aşkın’’ sürenin kabul edilebilir olduğunu öne sürmüştür.
Yargıç KrzysztofWojtyczek’inç oğunluğun bu karar ve gerekçesine karşı muhalefet şerhi anlamlıdır:
Wojtyczek’e göre, bu karar Sözleşme ile uyumlu değildir: ‘’Yetkililer, tutuklama kararlarının hızlı bir şekilde gözden geçirilmesini sağlayan yasaları çıkararak derhal tepki vermeliydi. Örneğin, bu konudaki şikayetleri incelemek için olağan mahkemeleri yetkilendirebilirlerdi. (…) Yetkililer, Anayasa Mahkemesi’ne veya diğer mahkemelere erişim izni vererek, bu hükümle sağlanan garantileri yerine getirmek zorundadır. Türk hukukunda sağlanan hukuk yolu Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bir başvuru olduğundan, bu yerel mahkeme bu nedenle 5. Maddenin 4. Fıkrasında belirtilen süratlilik şartına uymalıdır.’’
Wojtyczek’in bu önerisi, iç hukukta kimi teorik boşluklara dokunmaktaysa da sonuca dönük pratik bir çözüm gibi görünmektedir. Sonuçta Türkiye gibi yargıda yapısal değişikliklerin sık sık gündeme geldiği bir ülkede, bu tipte bir çözümün önünde hiçbir engel olmadığından, maddenin 4. fıkrasının da ihlal edildiğinin düşünülmemesi için geriye hiçbir sebep kalmamaktadır.
Wojtyczek’in karar kapsamında daha birçok itirazı mevcut olmakla birlikte, kanaatimce ayrı bir yazının konusu olabileceğinden ve görüşleri bir analize tabi tutulması gerektiğinden, meraklısına kararın tamamını okuma önerisinde bulunmaktan başka çare yok.
Muhalefet şerhinden söz açılmışken büyük çoğunluğa karşı istikrarlı bir şekilde ‘’tek’’ başına duran yargıcı anmadan geçmeyelim. AİHM’in Türk yargıcı Saadet Yüksel’in, biri hariç bütün kararlara karşı (muhalif) oy kullanması, politik gerekçelerle anlaşılabilir bir durumdur. Ancak bir AİHM Yargıcının, hukukun kendi iç sistematiğini bu denli katlettiği bir kompozisyona burada detaylı bir şekilde yer verilmesinin de bir manası yoktur. Egemen ulus ilkesini ön planda tutarak, çeşitli kelime oyunları ile karara ‘’sudan sebeplerle’’ muhalif olduğunu rahatça gözlemlenebilmektedir.
Sonuç
AİHM kararının gerekçelerini teşkil eden kimi çıkarsamaların önsel olduğu düşünülebilir. Ancak kararda da tespit edildiği üzere, demokratik topluma tehlikeli mesajlar verildiği gibi sonuçlara varmak için elde oldukça fazla veri bulunmaktadır. Türkiye’nin ne kadar hukuka aykırı davranan bir ülke olduğundan veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ne kadar hukuki veya mükemmel olduğundan bahsetmeye hiç gerek yoktur. Malumun ilamı, bu karardan çok önce bir tarihe aittir. İlamın malumu bu noktada daha anlamlıdır.
Tayyip Erdoğan’ın 28 Temmuz 2015 tarihinde yaptığı açıklamalarında ilgililerin ‘’bedel’’ ödeyeceği şeklindeki tehditleri bir yana, ‘’Ben parti kapatılması olayını doğru bulmuyorum’’ sözleri, aynı şekilde 2 Ocak 2016 tarihli açıklamasında yer alan ‘’(…) Parti kapatma olayı gündeme dahi gelmemeli’’ sözleri üzerinden beş yıl geçmekle, artık politik zamanaşımına uğramıştır. Bugün itibariyle, parti kapatma davası usuli eksikliklerin giderilmesini beklerken, 6-8 Ekim Kobani Davası ile ‘’yarım’’ kalan işler Devlet tarafından tamamlanmaya çalışılmaktadır. Verilen AİHM kararı ise, tüm bunların gölgesinde halen uygulanmayı beklemektedir.
*Yazıda karardan yaptığım alıntıların tamamı kararın Türkçe çevirisinden (çev. Benan Molu, Rümeysa Budak, Polat Yamaner, Ramazan Demir ve Emre Karaman) edinilmiştir.
Kararın Türkçe tam metni için bkz. https://anayasagundemi.com/2020/12/28/iham-buyuk-dairesinin-selahattin-demirtas-no-2-kararinin-cevirisi-hdp-es-baskaninin-dokunulmazligi-kaldirilarak-bariscil-aciklama-ve-eylemleri-sebebiyle-siyasi-amaclarla-tutuklanmasi-sozlesme/
