İstanbul Barosu Seçimleri Üzerine!

Ülkemizde yapılan seçimler her alanda olduğu gibi barolarda da önemli tartışmaların yaşanmasına, farklı eğilimlerin ve yaklaşımların ortaya çıkmasına elverişli bir zemin sağlıyor. Aynı zamanda seçim dönemleri, yaşanan mevcut sorunların daha fazla dillendirildiği, çözüm arayışlarının ve önerilerinin ortaya çıktığı dinamik süreçler olarak kendisini gösteriyor. Bu dinamik süreçler yalnızca baroyu kimin ya da hangi grubun yöneteceği ile sınırlı kalmayıp başkaca tartışmaların da yaşanmasına uygun bir ortamı kendiliğinden sağlıyor. 2018 yılı seçimleri bu anlamda tartışmaların kısa zamana sıkışması bir yana oldukça derin sorunların ortaya koyulduğu, çeşitli yol ayrılıklarının ve farklı yan yana gelişlerin yaşandığı bir seçim olması sebebiyle önceki seçimlerden farklı bir tablo ortaya çıkarttı.

Bu yazıdaki değerlendirmelerin büyük çoğunluğu Adalet İçin Hukukçular grubu olarak bileşeni olduğumuz Çağdaş Avukatlar Grubundaki tartışmalara ilişkin değerlendirmeler olup, benzeri sorunların ve tartışmaların diğer gruplarda da farklı şekillerde yaşanması sebebiyle kimi başlıklarda diğer grupları da kapsayan eleştirileri de içermektedir.

Dipten Gelen Dalga!

Avukatlık mesleğinde yaşanan değişim ve dönüşüm uzun süredir tartışılan bir olgu. Hukuk fakültelerinin sayısının her geçen gün arttığı bir dönemde, İstanbul Barosuna kayıtlı aktif avukat sayısının yaklaşık 40.000 civarında olduğu düşünüldüğünde sorunların da aynı hızda büyümesi bir rastlantı değil elbette. Mesleğin dönüşümünün bir boyutu da çalışan avukat sayılarının yüzlerle ifade edilen ofislerin faaliyete geçmesi, bir diğer önemli boyutu ise özellikle işçileşen avukatların düşük ücretlerle uzun çalışma saatlerinde çalışması, sigorta primlerinin maaşlarının da altında ödenmesi, hukuk bilgisinin kullanmanın yerini teknik iş takipçiliğine dönüşmesi. Emeğiyle geçinmeye çalışan genç avukatların düşük ücretlerle cmk ve adli yardım dosyalarının takibi yapma zorunluluğu, yüksek miktarda vergiler ve bağkur gibi gider kalemleriyle geçim sıkıntısıyla boğuşmaları her geçen gün artan sorunlardan sadece bazıları. Mesleki faaliyetleri sebebiyle tutuklanan, hakkında davalar açılan avukatların durumu, adliyede gündelik çalışma faaliyetleri sırasında karşılaşılan sorunlar ve daha birçok mesele avukatlığın icra edilmesini her geçen gün içinden çıkılmaz bir hal almasına sebebiyet veriyor.

Çalışma hayatında bu ve benzeri birçok sorunu yaşayan genç ve işçi avukatlar meslek örgütü olan baro tarafından da hiçbir sorununa sahip çıkılmaması ve destek olunmaması sebebiyle de yalnızlığa itilmiş durumda. Gerek çalışma hayatında gerek meslek örgütünde yalnızlığa ve yoksulluğa itilerek, sorunlarıyla baş başa bırakılan ve sayıları on binleri bulan bir avukat kuşağından söz ediyoruz. Mesleği alışılagelmiş geleneksel tarzdan çok farklı şekilde yapmak zorunda kalan, hayata tutunmak için büyük çaba sarfeden avukatlara seslenmek, yalnızlığını paylaşan dayanışmacı bir siyaset tarzı yerine sadece “politik meselelerde” üstten, soyut ve genel tespitler yapmakla yetinen, kişilerin yaşamlarına hiçbir şekilde değmeyen, politik meselelerle, mesleki meseleleri birbirinden ayıran ve küçümseyen siyaset tarzının sonuna gelindiği bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Oysa ki mesleki ve ekonomik meseleleri politik meselelerden ayırt ederek ikinci plan iten, gündelik sorunların politik meselelerle bağını kuramayan yaklaşımın kendisi bizatihi apolitik bir tutumdur. Emek sorunlarını, işçi avukatlığı politik bir mesele olarak görmemekte sergilenen inat önümüzdeki dönemde de sık sık mücadele edeceğimiz bir başlık olarak karşımıza çıkacak gibi görünüyor.

Yaşanan sorunların yoğunluğu, her geçen gün daha da kötüye giden çalışma koşulları, meslek örgütünün gerek mesleki gerek politik sorunlara ilgisizliği avukatlar arasında ciddi rahatsızlık yaratmaya başlamış, rahatsızlıklar kişiler arasında yaşanan sohbetlerin ötesinde seçimlerden çok önce dillendirilmeye ve tartışılmaya başlanmıştı. Seçim sonrasında sonuçlarla birlikte dip dalgası olarak adlandırılan bu hareketlilik birçok grup tarafından görmezden gelinmiş ve hatta apolitiklik olarak adlandırılarak küçümsenmiştir. Dip dalganın farkında olan, yaşanan sorunları ve hareketliliğe müdahale etmeye çalışanlar ise meslekçilikle itham edilerek etkisizleştirilmeye çalışılmıştır.

Seçim Öncesi Tartışmalar!

Seçimlerin bir diğer verisi de bugüne kadar seçimlere en çok sayıda grubun katıldığı genel kurul olmasıydı. 9 farklı liste ve 10 baro başkan adayı seçimlere katıldı. Grup sayısının fazlalığını kişisel nedenler ve adaylık talebinin çokluğuna indirgeyerek değerlendirmede bulunmak hatalı olacaktır. Mevcut grupların yapısal sorunları, işleyiş mekanizmaları, ilke ve programları gibi birçok gerçek ayrışma konusunun varlığı sebebiyle ortaya çıkan bir sonuçtu. Ayrım yapmaksızın tüm gruplar bu ve benzeri sorunları bünyesinde barındırmakta, bu sorunların aşılmasında yol alamadığı oranda da ayrışmaların yaşanmasına, yeni grupların kurulmasına yol açmıştır. Grupların yapısal sorunlarından bazıları neredeyse tüm gruplarda farklı şekillerde ortaya çıksa da birçok ortak yan taşımaktadır. Yıllardır süregelen yapılarda ortaya çıkan ve statüko olarak adlandırılabilecek yaklaşımlar çeşitli dönemlerde hakim olmuş ve halen de olmaya çalışmaktadır.  Bu statükocu yaklaşım, gruplardaki söz söyleme ve karar alma mekanizmalarında katılımcılığın, demokratik işleyişin ve bu çerçevedeki kuralların işletilmesine yerine birçok başlığın masa başında halledilebileceğini, önemli isimlerin ağırlığının herşeyi belirleyebileceğini, “gençlerin bir halta yaramadığını”, “son neslin kendileri olduğu” yönündeki iddialar ile hareket etmekte ısrar eden bir siyaset tarzını benimsemektedir. Bu siyaset tarzının genel kurula yansıması ise mevcut yönetimi tek kelime eleştirmeksizin, salt hak ve özgürlükler alanına dair bazı sözler söylemekle sınırlı bir içerik oldu. Bu çerçevedeki hareketin merkezinde politik olarak liberal bir yaklaşımın ve çevrenin bulunduğu, bu doğrultuda aday belirleme sürecinden, yöntemine ve süreçteki genel yaklaşımları ile genel kurul konuşmalarında da ortaya çıkan tablo yan yana neden olunamadığının cevabı niteliğindedir. Alınan tavrın politik tercih kısmı ise liberal yaklaşımın ve belli “ağırlığı olan isimlerin” merkezinde olduğu bir yaklaşımla değil genç-işçi avukatların merkezinde durduğu politik olarak ise en genel anlamıyla “her iki referandumda da hayır” çizgisindeki bir yaklaşımla birlikte hareket etmek olarak özetlenebilir.

Baro siyasetinde ve özel olarak da seçim süreçlerinde alınacak karar ne olursa olsun birinci sırada bağımsız hattın önemini unutmamak gerekiyor. Hangi konuda karar alınacak olursa olsun “başka gruplar/kişiler ne derler” diye hareket etmek kabul edilemez biri yaklaşımdır. “Başka gruplar/kişiler tamam derse biz de tamam deriz, yok derlerse yok deriz” şeklindeki eğilim iradenin başka yerlere teslim edilmesi sonucunu doğurur. Alınacak karar hakkında temel ilke grupların kendi bağımsız iradesiyle hareket etmesi olmalıdır. Devam etmek gerekirse, grupların seçime girmesindeki tercihleri iki seçenekten biri olarak kendisini ortaya koymaktadır. Birinci tercih “sözünü söyleme, sivrilterek ve hatta radikalleşerek söylemek şeklinde özetlenebilir. Buradaki temel tercih seçimlerin kazanılmasından ziyade kendi politik ve mesleğe ilişkin yaklaşımların seslenilen kitleye bakılmaksızın durduğunuz noktadan ve hatta en sert içerikle söyleyerek söylenen şeyin kendisinin öne çıkartılmasıdır. Bu doğrultuda seçimlerin kazanılması önemli olmayıp, esas olan gündem belirlemektir. İkinci tercih ise meslektaşlarla temas kurmayı daha fazla gözeten, meslektaşların sorunlarını seslendirmeyi ve söylenecek politik ve mesleki sözlerin onlara ulaşmasını önemseyerek seçimleri de kazanmayı önemseyen bir yaklaşım olarak okunabilir.

Seçimlere ilişkin ittifak politikalarını da bu çerçevede değerlendirip, tercihlerin bu doğrultuda yapılmasının daha sağlıklı politik sonuçları olacağı yönündeki düşünce sonucunda Çağdaş Avukatlar Grubu ile Önce İlke Yükseliş Grubunun ittifakı yönünde bir tercih ortaya çıktı. Seçimleri kazanmayı da gözeten bir yerden, geniş kitlelerle temas kuran, sözünü onlara ulaştıran bir seçim tercihinde bulunduk. Stratejisinin merkezine sözünü söylemeyi koyarak diğer başlıkları ikincil önemde gören bir grupla sınırlı ittifak yapılması ise hem ittifak stratejisinin kendisi, hem de sözünü öne çıkartma tercihi açısından da yanlış olacaktı. Sonucu itibariyle ittifak politikası, seçim kazanma iddiasına yönelik bir stratejik tercihtir. Diğer tercih ise doğası gereği kendi tercihlerini, yönelim ve politik-mesleki yaklaşımlarını en sert ve sivri şekilde söylemeyi gerektirir. Bu nedenle de ittifakın söylenecek sözlerin bir ölçüde sınırlayacak olması sebebiyle bu tercihi yapan grup veya grupların kendi başına seçime girmesi daha doğru bir stratejidir.  İttifak politikasında ise tarafların politik ve mesleki meselelerde kırmızı çizgilerini belirleyip, müttefik ile politik olarak genel bir hatta anlaşması önemlidir.

Çeşitli grup/kişilerde ortaya çıkan ve katılmadığımız genel bir yaklaşım da ülkenin içinde bulunduğu dönemin karanlık bir süreç olduğu, şartların ve mücadelenin zorlukları ileri sürülerek “kendimizi koruyalım, benzerlerimizle yan yana durarak süreci atlatalım, mevcudiyetimizi koruyarak devam edelim şeklinde sıralanabilecek tezlerdir. Ülkeye dair yapılan tespitler doğru olmakla birlikte böylesi bir süreçte alınması gereken pozisyonun mevzi korumacı bir yaklaşım değil aksine cesur hamlelerle yeni mevziler elde etmek olmalıydı. En azından bu yönde bir strateji belirleyerek yol almak ve buraya dair hamleler yapmak gerekliliği ayırt edici bir noktaydı. Buradaki bir diğer eksiklik de iktidar perspektifinin yoksunluğunun tespit edilmesi gerekliliğidir. İster meslek örgütlerinde ister başka zeminlerde olsun iktidar olma hedefinin olmaması, nasıl iktidar olunur sorusuna yanıt üretilememesi önümüzdeki dönemde de önemsenmesi gereken tartışma başlıklarından birisidir. Seçim gruplarının mevcut haliyle her seçimde oylarını bir miktar daha arttırarak seçimleri kazandıracağına dair bir öngörünün karşılığı da, gerçekliği de bulunmuyor. Son süreçte gerek mevcut yönetim ve tabanındaki ayrışmayı gerekse ittifak politikalarını bu çerçevede değerlendirmekte fayda var. İktidarı hedefleyen yapıların, iktidar bloğunda yaşanan ayrışma/bölünme gibi ciddi sonuçları olan gelişmelere ve olanaklara müdahale etmemesi, izleyici kalmaması gerekir.

Gruplardaki en büyük tartışma başlıklarından biri de grupların işleyiş ve karar alma konularındaki katılımcılık, demokratik işleyiş ve temsiliyet başlıklarında son derece eksik, çoğu zaman geçiştirilen ve sürekli ertelenen meselelerin bu süreçte yaşanan tartışmalar ve alınan tavırlar çerçevesinde geri dönülemez sonuçlar doğurmuş olmasıydı. Gerek ortaya çıkan seçim sonuçları gerekse grup içi tartışmaların ortaya koyduğu şey katılımcılığı dışlayarak herşeyin masa başında birkaç kişiyle belirleneceği, demokratik yöntemlerin çeşitli mazeretlerle geçiştirilmesinin yolunu açacak olan yaklaşımlarla fikren kopuş yaşandığıdır. Bu kopuş doğrudan kişilerle değil ortaya çıkan yaklaşımlarla ilgilidir.

Grup işleyişinde ve karar alma süreçlerinde bundan sonraki süreçlerde hangi kurula kim seçilecekse mutlaka katılımcı ve demokratik bir yöntemle olması gerektiği, benzer şekilde karar alma süreçlerinin de katılımcı ve demokratik yöntemler belirlenip eski tartışmaların yeniden yaşanmasına izin vermeyecek modellerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Yine önemli sorunlardan biri olan temsiliyet meselesinde de gerek kadın adayların gerekse genç ve işçi avukat başlıklarının önemsenerek gerekli oranların belirlenip buna uygun temsiliyetlerin de sağlanması gerekiyor.

Statükoyu Yıkmak İçin!

Önümüzdeki döneme dair yapılacak en büyük yanlışlardan biri ise “kötü günler yaşadık ama yeniden bir araya gelelim” kolaycılığıdır. Sorun salt eski grupların yeniden yan yana gelmemesi değildi, çözümün de bu olması mümkün değildir. Mesele bu basitlikle ele alınmamalıdır. Sorun aynı yerde duramamak değil, sorun nerede durduğumuz ve esasen bundan sonra nerede ve nasıl duracağımızın tespitiyle ilgilidir. Yaşanan tüm tartışmaları ve sonuçlarını hiç yaşanmamış sayarak, hiçbir şey olmamış gibi yola devam edilmesi mümkün değildir. Dayatmacı, tepeden inmeci, biz bilirizci, üst akılcı ve seçkinci bir yaklaşımın terkedilmesi artık bir zorunluluktur. Seçim sonrası grupların yeniden birleşmesini tartışmak yerine politik ve mesleki olarak birlikte iş yapabilecek grupların hepsinin hangi zeminlerde ve meselelerde, nasıl birlikte hareket edebileceğini tartışmak daha sağlıklı ve uygun olacaktır. Yaşanan ayrışmaların zemini ortadan kalkmaksızın yeniden biraraya gelme tartışmaları hem yıpratıcı hem de sonuç alıcı olmaktan uzak olacaktır. Bu çerçevede somut başlıklarda birlikte hareket etme stratejisi her grup açısından daha uygun olacaktır.

Baro seçimlerinin en önemli sonuçlarından birisi de “tanınmış önemli aday bize seçim kazandırır” efsanesinin sona ermiş olmasıdır. Her seçim döneminde “yıldız bir başkan adayı ” arayışı dönemi kapanmıştır. Seçimin bu şekilde kazanılmayacağı ortaya çıktığı gibi, seçmen profili açısından da yalnızca seçim dönemlerinde değil her dönem emek veren, mücadele eden isimlerin artık daha önemli olduğu tescillenmiş oldu. Yine barodaki seçmen davranışlarında önceki seçimlerde genel ağırlık politik tercih ve yönelimler iken bu seçimle birlikte ekonomik ve mesleki sorunların da politik tercihler kadar temel belirleyici bir parametre haline geldiği ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede birçok gruptaki ayrışmaların sınıfsal boyutu da es geçilmeden değerlendirilmelidir. Gerek grupların aday profilleri gerekse oy veren taban kitleleri açısından bir yanda ekonomik ve kültürel anlamda ağırlıklı işveren ve elitist bazı gruplar oluşurken, diğer yanda ise genel görünümü kendi emeğiyle geçinen ve emekçi karakteri daha baskın gruplar oluşmuştur.

Tüm bu tartışmaların 2020 seçimlerine az bir vakit kala konuşulması yerine bir an önce sorunların tüm boyutlarıyla tartışılarak tüketilmesi ve yeni dönemin mücadele hattını belirlenerek pasif, etkisiz ve statükocu baro yapısının önümüzdeki dönem değiştirilmesi için kolları sıvamanın tam vaktidir.