Hukuk Ötesi Yayın Kurulu; Selam Olsun Aydınlık Geleceğe!

Emeği ile yaşamak dışında başka bir seçeneği olmayan tüm toplumsal kesimler açısından tam bir yıkım anlamına gelen Covid-19 pandemisi Türkiye ve dünyada etkili olmaya devam ediyor. Bir tarafta en çok kamu ihalesi alan ve büyük oranda halkın vergileri ile oluşan devlet hazinesine çöken 5 li çete olarak adlandırılan devasa şirketlere oluk oluk akan kaynaklar, sokağa çıkma yasaklarına rağmen ödenen köprü ve yol paraları ve akıbeti belirsiz 128 Milyar dolar ve burada sayamadığımız devasa yolsuzluklar, pudra şekerleri, ihale vurgunları, kayyımlar, baskı ve gözaltılar, polis şiddeti, şatafat, bezirganlık, lebalep kongreler, mafya hesaplaşmaları; diğer tarafta emekçilerin ve ailelerinin içine düşürüldükleri derin yoksulluk, çaresizlik ve intiharların damga vurduğu utanç verici bir dönemden geçiyoruz. Tam da Hukuk Ötesi yayın hayatına başladığında Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikayesi adlı romanından aktardığımız gibi.

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana – sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece daha sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.”

Böyle bir ortamda adaletin temsilcisi olan; yurttaşın, ülkesindeki derenin, ağacın, kurdun, kuşun, börtü böceğin hakkını hukukunu savunan hukukçuların, umudun ve aydınlığın saflarında bir adım öne çıkması ise hem birer yurttaş ve hem de hukukçu olarak ülkemize ve çocuklarımıza karşı duyduğumuz sorumluğun bir parçası ve ahlaki bir görevdir.

O halde yine ve yeniden merhaba.

Mayıs ayı iktidarın baskı ve devlet şiddetinin eşlik ettiği  yağma politikaları ile  mücadele edebilmek için kitlesel ve örgütlü mücadelenin gerekliliğini ve önemini bir kez daha gösterdiği büyük bir çevre mücadelesinin yükselişi ile keyfi olduğunu hepimizin bildiği 1 Mayıs yasağı ile başladı.

Rize’nin İkizdere ilçesindeki İşkencedere Vadisi’nde, Cengiz İnşaat’ın taş ocağı yapma girişimine karşı köylülerin direnişi sürerken, Cengiz İnşaat’ın kanunu birçok kez arkadan dolanmaya çalıştığını ve yasaya aykırı faaliyetlerine devlet gözetiminde devam ettiğini izlemekteyiz. Cengiz İnşaat tarafından yapılmak istenen taş ocağına karşı günlerdir mücadele eden köylüler ceza ve gözaltı zoru ile karşılaşırken, taş ocağı yapımına giden iş makineleri jandarma eşliğinde geçit töreni yapmaya devam ediyor.

Yine mayıs ayı içerisinde, keyfi, dayanaksız, hukuksuz ve buna karşılık  ülkenin dört bir yanında fiilen uygulanan alkol kısıtlamasına karşılık gelen tepkiler üzerine bu sefer İl Umumi Hıfzısıhha  Kurulu kararları ile alkol satışının sınırlandırılması yoluna gidildi. Alınan idari kararın yasaya ve anayasaya aykırı olduğu açıkken il valilikleri peş peşe, kurul kararlarının oy birliği ile alındığını kamuoyuna açıkladı. Daha sonra çoğu belediye başkanı karardan haberdar olmadığını, kararın altında imzalarının olmasının mümkün olmadığını söyledi. Saray rejiminde cisimleşen parti devleti mayıs ayında da aleni olarak halkı kandırmaya devam ediyor.

Bir diğer ibret verici hukuka aykırı ve keyfi karar ise kamuoyunda büyük tepki çeken ülkemizin İstanbul Sözleşmesinden tek taraflı olarak çekildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararı idi. Bu karar tek adam rejiminin ne demek olduğunu anlatan ibretlik bir örnek olmanın yanı sıra, rejimin kadın düşmanı karakterini de  açık şekilde ortaya koymuştur. Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin her geçen gün arttığı ülkemizde 11 Mayıs 2011 yılında ülkemiz tarafından imzalanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından oybirliği ile kabul edilen Kadına Yönelik Şiddet Ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekilmesi ülkemiz açısından utanç verici olduğu kadar, ülkemizin yeniden imzacı ülkelerden biri olması için mücadele edilmesi gereken bir karar olup bu vesileyle haklarımızdan da ve İstanbul Sözleşmesinden de vazgeçmeyeceğimizi ilan ediyoruz.

Bu ay içinde karşılaştığımız diğer bir hukuksuzluk ise 12 Eylül darbesi sonrası gözaltında kaybolan Cemil Kırbayır‘ın dosyasının zamanaşımı nedeniyle kapatılmasıydı. Yargıtay, Adalet Bakanlığı’nın talebiyle olayda zamanaşımının varlığına hükmetti. Cumartesi anneleri eylemlerinin simgesi haline gelen ve oğlunu arayan  Berfo ana,  2013 yılında hayatını kaybetmişti. Cemil Kırbayır için adalet talebi bir kez daha hukuk sistemimiz tarafından hiçe sayılmıştır.

Yedi yıl önce, 13 Mayıs 2014 günü ağır ihmaller zinciri sonucu gerçekleşen faciada, 301 maden işçisi yaşamını yitirmişti. Hayatlarını kaybeden işçilerin ailelerinin acıları hala daha ilk günkü tazeleğini korumaktadır. Yargıtay’ın verdiği son kararla birlikte, katiamın sorumlularının yargılandığı davada tutuklu hiç bir sanık kalmamıştır. Soma Katliamı sürecine ilişkin şuan tutuklu olarak yargılanan tek kişi, asılsız suçlamalar ve uydurma gerekçelerle 31 Kasım 2017’den beri tutuklu yargılanan, madenci ailelerin avukatı Sayın Selçuk Kozağaçlı’dır. En uç distopyalarda dahi zorlama kaçacak olan bu hukuk garabetiyle, 301 madencinin yakınları aynı acıları tekrar tekrar yaşamaya devam etmektedirler. Eli kanlı patronların elini kolunu sallaya sallaya dolaştığı ülkemiz sokakları, adalette ısrarcı hukukçuların çabaları ve halkın desteğiyle tüm katillerden elbet bir gün arındırılacaktır. Yaşanan acılar asla unutulmayacak ve aynı acıları bir daha asla yaşamamak için gerekli olan tüm mücadele kararlılıkla verilecektir.

Son haftalarda derin devletin o kadar da derin olmadığı, görünenin yer altındakinden başka bir şey olmadığı, Sedat Peker’in açıklamaları ve videolarıyla anlaşıldı. Sedat Peker’in açıklamalarından sonra katledildiği iddia edilen gazeteci Yeldana Kaharman hakkında bir taraftan Jandarma Komutanlığı, diğer taraftan İçişleri Bakanlığı açıklama üzerine açıklama yapmak zorunda kaldı.  Türkiye’de hukuk ve siyasetin tek adam üzerinden yürütüldüğü, yasaların ve anayasanın hiçe sayıldığı bir sistemde bu duruma şaşılmaması anlaşılabilir. Anayasa’ya ve kanunlarla değil genelgelerle, bir kişinin lafı ile ülkeyi yöneten Saray Rejimi / AKP eliyle tüm kurumların ve devletin içi boşaltılmış ve kurumlar kişilerin beyanlarına bağlı hale gelmiştir. “Bağımsız Ve Tarafsız” yargının bir gazetecinin katledildiği iddiaları hakkında şu ana kadar herhangi soruşturma başlatmamış olması ise Saray ve şürekasına hukukun da işlemediğini göstermesi bakımından ibretlik bir durum olarak kayıtlara geçmiş oldu. Ancak bu durumun adalet mücadelesi veren bizler tarafından kabul edilmesi, kanıksanması ise mümkün değildir. Yeni dönemde adalet için mücadele eden tüm hukukçuların omuz vermesi ile eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yanı sıra adalet mücadelesinin, Covid 19 pandemisinde önlenebilir ölümler dahil halka karşı işlenen her suçun hesabının sorulduğu bir dönem olarak Türkiye tarihine damga vuracağına olan inancımız tamdır.

Yayın kurulu olarak yüzünü topluma dönen, geçmişi değerlendirip günümüz ve geleceğe ışık tutan bir yayın politikasına sahibiz ve bunun önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu vesile ile Mayıs ayında, ülkemizin eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesine damga vuran ve bu nedenle 12 Mart cuntacıları tarafından idam edilen üç fidanımızı; Deniz Gezmiş’i, Yusuf Aslan‘ı ve Hüseyin İnan’ı saygı ve sevgiyle anıyoruz. Üç fidanı anarken yine Mayıs ayı içinde kaybettiğimiz, 3 fidanın idamlarının yıldönümü olan 6 Mayıstan 1 gün önce,  5 Mayıs 2011’de üç fidanın avukatlığını yapan Halit Çelenk’i anmamak olmaz. Halit Çelenk, hayatı boyunca kendisine devrimci avukatlığı düstur edinmişti. Halit Çelenk işçi sınıfının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin, devrimci avukatlığın sıra neferi olarak bizlere bıraktığı miras yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.  

Mayıs ayı içinde yüzümüzü güldüren en önemli olay ise Türkiye edebiyatının büyük ozanlarından, sınıfın sıra neferi Rıfat Ilgaz’ın doğmuş olmasıdır. 8 Mayıs 1911’de Kastamonu’nun Cide ilçesinde dünyaya gelen ozanımız, 1980 faşist askeri darbesinde, doğduğu Cide sokaklarında elleri prangalı bir şekilde gezdirilmiştir. Rıfat Ilgaz, yıllar sonra elleri prangalı bir şekilde gezdirildiği sokaklara adının verilmesine de tanıklık etmiştir. Bunun en büyük sebebi, Rıfat Ilgaz’ın cunta zindanlarında cuntacılara taviz vermemesi ve dik duruşudur. Rıfat Ilgaz aydınlık günlere olan inancını,  işçi sınıfına, topluma olan ümidini hiç yitirmemiştir. Biz de Türkiye’nin aydınlık günlerine, işçi sınıfımıza, ülkemizin bereketli topraklarına ve güzel insanlarına duyduğumuz inancımızla, Hukuk Ötesi Yayın Kurulu olarak bir kez daha merhaba diyoruz.

Düştükse itibardan

Ölmedik ya, yaşıyoruz işte,

Yaşıyoruz dedik, yaşıyoruz be,

Heeeey, fincancı katırları!

                    RIFAT ILGAZ

Yanıt Yazınız

Your email address will not be published.