Günümüzde sosyal medya ifade özgürlüğünün sınandığı en önemli alanlardan birini oluşturuyor. Sınandığı dememin sebebi son birkaç yılda Türkiye’de sosyal medya paylaşımları sonucu başlatılan yasal işlemlerin oranlarının dikkat çekiciliği. İçişleri Bakanlığı’nın resmi verilerine göre, 2018 yılında 42.406 sosyal medya hesabı ile ilgili çalışma yapıldı ve bunların sonucunda 18.376 kişi hakkında yasal işlem başlatıldı. 2018 yılı için sosyal medya paylaşımları sonucu adli soruşturmalara konu olan başlıca gündemleri de Afrin Operasyonu ve doların yükselişi oluşturuyor. İfade Özgürlüğü Derneği’nin 2018 yılı Engelli Web Raporu’na göre Türkiye’de 245 binden fazla web sitesi ve 150 binden fazla URL adresi erişime engelli durumda. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin 2018’in sonunda yayınladığı bireysel başvuru istatistiklerine göre 2012-2018(eylül) arasında yapılan 6.667 bireysel başvurunun ifade özgürlüğü hakkında olduğu görülüyor(Fakat AYM bunlardan yalnızca 94 tanesinde ihlal kararı veriyor.).
Ülkemizde bu tür sayılar/oranlar zamanla bir kanıksamaya dönüşebiliyor. Dolayısıyla rakamlardan ibaret olmayan bu oranların bize neyi ifade ettiğini daha iyi anlayabilmek için ifade özgürlüğünün yerel ve uluslararası mevzuattaki yeri, sınırları, sosyal medya üzerinden işlenen başlıca suçlar ve unsurları gibi başlıklar üzerinde durmak gerekiyor.
Düşünce ve ifade özgürlüğü Anayasa 26/1 ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinde düzenleniyor. Buna göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini kapsar.”(Anayasa m.26) ve “Herkes görüşlerini açıklama ve ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”(İHAS m.10). İfade özgürlüğünün sınırlandırılması ise kimi durumlarda mümkündür. Fakat bu sınırlar hakkın özünü zedeleyecek şekilde geniş yorumlanmamalıdır. Konuya ilişkin bir Yargıtay kararına göre;
“…İfade özgürlüğünün kullanımına meşru bir müdahale için;
1-Müdahalenin kanunlarda öngörülmüş olması,
2- Ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu emniyeti, kamu düzeninin sağlanması ve suçun işlenmesinin önlenmesi, sağlığın korunması, ahlakın, başkalarının şöhret ya da haklarının korunması, gizli tutulması kaydıyla alınmış bilgilerin açıklanmalarının engellenmesi ve yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanmasına ilişkin değerlerden bir veya birkaçını korumaya yönelik olmalıdır.
3-Müdahale demokratik bir toplumda gerekli bulunmalıdır.
…
İfade özgürlüğü sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şok eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler için de uygulanabilmelidir.” (Yargıtay 16. Ceza Dairesi 9/6/2016 tarihli ve E. 2015/8605, K. 2016/3876 sayılı kararı)
(Yargıtay 16. Ceza Dairesi 9/6/2016 tarihli ve E. 2015/8605, K. 2016/3876 sayılı kararı)
İfade özgürlüğü mevzuatta ve kimi önemli kararlarda bu şekilde yer alsa da günümüzde birçok alanda olduğu gibi sosyal medyada da devlet müdahalesine oldukça açık durumda. Özellikle TCK m.299 uyarınca cumhurbaşkanına hakaret, Terörle Mücadele Kanunu m.7/2 uyarınca örgüt propagandası, TCK m.216 uyarınca halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, TCK m.301 uyarınca Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama suçları sosyal medya kullanıcılarının başına musallat edilmiş durumda. Şu sıralar gündemde yer tutan Canan Kaftancıoğlu hakkında seneler önce attığı tweetler sebebiyle verilen 9 yıl 8 aylık hapis cezası kararının gerekçesini de bu suçlamalar oluşturuyor. Soma Katliamı sonrası bir madenciye tekme atan Yusuf Yerkel’in özür açıklamasına sosyal medyadan tepki gösteren Barış Atay’ın gözaltına alınmasından, idam karşıtı paylaşımda bulunan Berna Laçin hakkında “halkın dini değerlerini aşağılama” sebebiyle soruşturma başlatılmasına, örgüt propagandası suçundan aylarca cezaevinde kalan Cenk Dost Verdi’ye kadar adını duyduğumuz veya duymadığımız binlerce insan hukuk dışı gerekçelerle ve sudan sebeplerle iktidarın karşısında konumlanmaktan nasibini alabiliyor. Hal böyle olmakla birlikte çeşitli mahkemelerden emsal nitelikte kararlar da çıkabiliyor. Örneğin, İnsan Hakları Derneği MYK üyesi Hayrettin Pişkin hakkında Afrin Operasyonu ile ilgili yaptığı paylaşım sebebiyle terör örgütü propagandası suçundan dava açılması ve iki ay tutuklu kalması üzerine İstinaf Mahkemesi Terörle Mücadele Kanunu m.7/2 uyarınca verilen cezayı bozuyor ve beraat kararı veriliyor. İlgili kararın gerekçesi, Pişkin’in avukatının da ifade ettiği gibi Barış Akademisyenleri ve başka birçok dava için emsal olabilecek nitelikte. Kararın önemli bazı bölümleri şöyle:
“…Çoğunluğa muhalif olanlar da dahil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir.
…düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez ve önemsiz görülen düşünceler için değil, devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır.”
Bu karara konu olan örgüt propagandası suçu, gerçekleşmesi birçok koşula bağlı olmasına rağmen çok sayıda soruşturmaya konu oluyor. Sosyal medya kullanıcıları hakkında yapılan yasal işlemlerde de Terörle Mücadele Kanunu m.7/2 “bağımsız” yargı için kolayca başvurulabilen bir maddeye dönüşmüş durumda. Ayrıca örgüt propagandası suçunun basın yayın yoluyla işlenmesi cezayı ½ oranında artıran nitelikli hali oluşturuyor. Fakat bu suçun gerçekleşebilmesi için cebir, şiddet ve tehdidin meşru gösterilmesi, övülmesi veya teşvik edilmesi, yer, zaman ve diğer şartlar açısından etkisinin sınırlı kalmaması, muhatap kitleyi harekete geçirme potansiyeli taşıması, açık ve yakın tehlike oluşması gerekmektedir. Sosyal medya üzerinden işlenen örgüt propagandası suçunda ise kullanıcıların sınırlı bir kitleye hitaben yaptıkları paylaşımlarda cezayı artıran nitelikli hal uygulanmamalıdır. Ayrıca Yargıtay’ın bazı kararlarına göre de toplumsal kültür ögesi olan veya halk dilinde kalıplaşmış sözler, hükümet politikalarına, siyasetçilere, kamu görevlilerine ağır eleştiriler örgüt propagandası kabul edilmemelidir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü çoğu zaman olduğu gibi bugün de devletin müdahalesine tehlikeli düzeyde açıktır. Bu duruma sosyal medyadaki ihbar ve linç kültürü eklenince bu temel hakka saldırı daha da artmaktadır. Yaşamsal önem taşıyan haklara, ilkelere ve kimi hukuki engellere rağmen bugün düşünce ve ifade özgürlüğünün önüne yalnızca saraylarda alınan kararlar ile geçilebilmektedir. Yürütmenin yargıyı ele geçirdiği bir tabloda, yargının bağımsızlığı her ne kadar beklenmeyecek olsa da mahkemeler peşinen vermek istedikleri cezaya göre yargı dağıtmak yerine insan haklarının özüne zarar vermemeli, hukukun evrensel değerlerini gözetmelidir.
Ezgi Kaya
Yanıt Yazınız