Hukuk Öğrencisi Ezgi Kaya Yazdı; 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddet Ve İstanbul Sözleşmesi

“Belki de bize en yakın şey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz.”(Maria Teresa Mirabel, 1936)

“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.”(Minerva Argentina Mirabel, 1926)

“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da.”(Patria Mercedes Mirabel, 1924)

Mirabel Kardeşler’in mücadelesinin yarattığı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne yaklaşırken yaşamlarımızı tehdit eden şiddetin boyutlarını tanımaya ve bu şiddete karşı mücadeleye bir adım daha yaklaşmalıyız. Bu noktada İstanbul Sözleşmesi kadınlar için çok önemli bir uluslararası güvencedir ve vazgeçilmezdir. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da İstanbul Sözleşmesi’ndeki düzenlemelerin  esas alınacağını hüküm altına alıyor (m.2/1-a).

Şiddet, İstanbul Sözleşmesi’nde de tanımlandığı üzere toplumsal cinsiyetle bağlantılı bir kavramdır. Sözleşmede “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, “bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet” olarak tanımlanmakta ve kadın ile erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinin hem nedeni hem sonucu olarak görülmektedir.

Kadına yönelik şiddet  fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik ve ev içi şiddet boyutlarıyla sınıflandırılıyor ve tanımlanıyor. Fiziksel şiddetin yoğunlaştığı durumlarda diğer şiddet türleri önemsiz görülebiliyor veya belki de “lafı bile edilemeyecek” noktada algılanabiliyor. Fakat cinsel, psikolojik, ekonomik şiddetin bıraktığı kalıcı izler çok daha derin olabiliyor. Ayrıca unutulmaması gereken bir nokta da şiddetin birkaç boyutunun genelde birbirine eşlik ettiğidir.

Gündelik hayatta sıkça karşılaştığımız veya duyduğumuz birçok örnek mağdur tarafından şiddet olarak tanımlanmıyor olsa da aslında bu kapsama giriyor. Şiddetin çeşitli boyutlarını örnekler üzerinden anlatacak olursak kadının çevresi ile ilişkisine, giyimine müdahale etmek, aşağılamak, lakap takmak, duygularını önemsememek, çocuğuna veya ailesine zarar vermekle tehdit etmek duygusal şiddet; rıza gösterilmediği halde cinsel davranışlarda bulunmak veya bulunmaya zorlamak, çocuk yapma isteği/isteksizliği üzerinden baskı kurmak cinsel şiddet; kadının çalışmasına müdahale etmek, ortak paranın denetimini elinde bulundurmak, harçlık vermek ve kadından evin geçimini en iyi şekilde yapmasını istemek ekonomik şiddet olarak değerlendirilebilir . Ev içi şiddet de İstanbul Sözleşmesi’ne göre “daha önceki veya şu anki eşler veya partnerler arasında meydana gelen, failin aynı evi şu an veya daha önce şiddet mağduruyla paylaşıp paylaşmadığına bakılmaksızın, fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddetin bütün türleri” olarak tarifleniyor. Buradan da anlayacağımız üzere şiddetin bahsettiğimiz boyutları her bir durumda birbirine eşlik edebiliyor veya birbirini önceleyebiliyor.  Dolayısıyla, bunlar arasında bir önem sıralaması yaratmak çok yanıltıcı olacaktır ve olumsuz sonuçlara gebe bırakacaktır.

Başlangıçta İstanbul Sözleşmesi’nin öneminden bahsetmiştik. Bu noktayı biraz daha açmak faydalı olacaktır. Çünkü İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan, toplumsal cinsiyet kavramını kullanan ve hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge niteliğini taşıyor. Yani yalnızca ev içi şiddet değil kamusal alanda gerçekleşen şiddet de sözleşmenin koruma alanına giriyor ve göçmen kadınlar için de özel maddeler bulunuyor.  Burada kadına yönelik şiddet, kadına yönelik ayrımcılığın bir türü ve insan hakkı ihlali olarak görülüyor.

İstanbul Sözleşmesi, taraf devletleri kadına yönelik şiddet eylemlerinin cezai suçlar olarak değerlendirilmesini sağlamak ya da bu eylemlerin cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli hukuki  veya diğer önlemleri alma, şiddet mağdurlarının korunmasını sağlama, şiddete karşı bütüncül politikalar izleme ve buna yönelik finansal kaynak sağlama yükümlülüğü altına sokuyor. 

İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de 2014’te yürürlüğe girdi ve sözleşmeyi ilk olarak onaylayan devlet Türkiye. Buna rağmen 6284 Sayılı Kanun’a ve İstanbul Sözleşmesi’ne doğrudan iktidar eliyle sistematik saldırılar gerçekleşiyor ve bizler hakkımız olanın uygulanması için mücadele ediyoruz. Bugün  Emine Bulut’un çığlığını duymaya devam ediyoruz, Nadira Kadirova gibi şüpheli ölümlerin aydınlatılmasını, intihar süsü verilerek üstü örtülen cinayetlerin açığa çıkarılmasını bekliyoruz, Ceren Damar’ın davasının katilin cinsel saldırıya uğradığı iddiasıyla karalanmaması için, tüm kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddet davalarında iyi hal indirimlerinin önüne geçmek ve adil yargılama için mücadele ediyoruz.  25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde her yıl kadınlar, tüm bu mücadele  başlıklarıyla beraber  seslerini beraberce daha güçlü çıkarıyor ve yaşamlarını kısıtlayan hiçbir uygulamayı kabul etmeyeceğini, ayrımcılığın, şiddetin kaynağı ile uzlaşmayacağını gösteriyor. Bu yıl da aynı kararlılıkla 25 Kasım bizleri bekliyor…

Yanıt Yazınız

Your email address will not be published.