Adil Yargılanma Hakkı Nedir?
Adil Yargılanma Hakkı AİHS 6. maddesinde herkesin davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkı olarak tanımlanmaktadır.
Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut aleniyetin Adil Yargılanmaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.
Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.
Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
- Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
- Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
- Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;
- İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
- Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.
Kısaca AİHS nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının temel unsurları şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Kanuni, bağımsız ve tarafsız mahkemede dava açma hakkı
2- Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı
3- Makul süre içinde yargılanma hakkı
4- Aleni surette yargılanma hakkı
Mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı, adil yargılanmanın birbirinden ayrı düşünülemeyen olmazsa olmaz ilkelerindendir. Zira bağımsız ve tarafsız olmayan bir mahkemenin, yargılama sonucunda verdiği kararın nesnelliğinden söz edilemez. AİHM, mahkemelerin bağımsızlığını; mahkeme üyelerinin niteliği, atanma ve görevden alma usulü, görev süresi, dışarıdan gelecek müdahalelere karşı sahip olunan güvenceler, bağımsız bir görüntü vermesi gibi ölçütlere göre değerlendirmektedir. AİHM, bu ölçütlere göre yaptığı değerlendirmede mahkemelerin bağımsız görüntü vermelerine özel bir önem atfetmiştir. Zira Mahkemeye göre “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine getirildiğinin görülmesi de gerekir”.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mahkemelerin tarafsızlığını ‘objektif’ ve ‘subjektif’ olmak üzere iki şekilde ele almaktadır. Objektif tarafsızlık, mahkemelerin kurumsal tarafsızlığı olup mahkemelerin kişi üzerinde bıraktığı izlenim, yani; hak arayanlara güven veren, tarafsız bir görünüme sahip olan yargılama dışı kurumların etki ve baskısı altından kalmayan mahkemelerin varlığını gerektirmektedir. Subjektif tarafsızlık ise doğrudan doğruya hakimlerin kişisel yapılarına bağlı olan tarafsızlıktır. Hakimlerin, kişisel anlamda önyargılı olup olmamalarını etkileyebilecek her türlü durum sübjektif tarafsızlığın kapsamı içerisinde incelenmektedir.
Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ise; özellikle ulusal mahkemelere başvurabilme ve ulaşabilme, bu mahkemeler önünde iddia ve savunmada bulunma hakkını, mahkemelerin usuli işlemlerinden haberdar olma ve bu işlemlere bizzat veya temsilcisi aracılığı ile katılma hakkını, kendisini bizzat veya bir avukatın yardımından faydalanarak savunabilme hakkını, davada ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin karşı tarafın iddia ve delilleriyle eşit imkanlarda araştırılmasını ve eşit değerlendirmeye tabi tutulmasını isteme hakkını, mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunluluğu, hükmün aleni olarak tefhimi, ilk derece mahkemesinin kararına, daha üst derecedeki mahkemede itiraz edebilme ve bu mahkemede yeniden inceletme haklarını kapsamaktadır.
Hukukun etkinliği açısından yargılama sürecinin makul süre içerisinde, yersiz gecikmelere neden olmadan sonuçlanması da adil yargılanma hakkı içerisinde güvence altına alınmıştır. Çünkü “Geciken adalet, adalet değildir”.
Aleniyet ilkesi hakimlerin keyfi davranışlarının önlenmesi ve tarafsızlığın sağlanması, halk da genel hukuk bilincinin uyandırılması yargı sisteminde kontrolün tesis edilmesi davanın ve muhakeme faaliyetlerinin kamu tarafından denetlenmesinin mümkün kılınması bakımından önem taşımaktadır. Duruşmaların açıklığı iki kapsamda ele alınıp incelenmektedir. Bunlardan birincisi; doğrudan katılmadır. Doğrudan katılma: herkesin duruşma salonlarına girebilmesini ve muhakeme faaliyetlerini izleyebilmelerini ifade etmektedir. Diğer bir aleniyet türü olan dolayısıyla aleniyette ise çeşitli basın araçları: televizyon, gazete, radyo gibi araçlarla muhakeme işlemlerinin geniş halk kitlelerine duyurulmasıdır.
Tarihsel Süreç
İnsan hakları tarih boyunca büyük mücadeleler ve acı deneyimler sonucunda kazanılmış, dünyanın neresinde olursa olsun, doğuştan, kadın-erkek, ırk, din, dil veya başka bir nedenle ayrım yapılmaksızın, tüm eşit ve özgür bireylerin dokunulamaz, devredilemez, vazgeçilemez ve evrensel nitelikteki haklarıdır. Bu yazıda inceleyeceğimiz “Adil Yargılanma Hakkı” da bu haklardan biridir.

1789 Fransız Devrimi sonucunda 26 Ağustos 1789 tarihinde ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, insan haklarının evrensel olduğu anlayışının kabul edilmesi açısından önemli bir belge olup, kendisinden sonra hazırlanan anayasalara önderlik etmiş ve aynı zamanda ilanından 150 yıl sonra hazırlanan 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne temel olmuştur.
Fransız İnsan Hakları ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin adil yargılanma hakkına ilişkin maddeleri şu şekildedir:
“Bir kimse, ancak yasanın belirlediği hallerde ve yasanın öngördüğü şekillere uyarak suçlanabilir, yakalanabilir ve tutuklanabilir. Keyfi emirler verilmesini isteyenler, keyfi emir verenler, bunları uygulayanlar ya da uygulatanlar cezalandırılır. Bununla birlikte yasa uyarınca çağrılan ya da alıkonan vatandaş, buna hemen riayet etmelidir, direnirse kendisini suçlu duruma düşürür ( 7. md. ),
Yasa sadece kesin bir biçimde ve apaçık gerekli olan cezaları koymalıdır ve bir kimse ancak suçun işlenmesinden önce kabul ve ilan edilmiş olan ve usulüne göre uygulanan bir yasa gereğince cezalandırılabilir ( 8. md. ),
Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayıldığından, tutuklanmasının zorunlu olduğuna karar verildiğinde, yakalanması için zorunlu olmayan her türlü sert davranış, yasa tarafından ağır biçimde cezalandırılmalıdır (9. md. )”.
İnsan haklarını uluslararası düzeyde koruma çabaları, devletleri, Fransız Devrimi’nden de ilham alarak 26 Haziran 1945’te BM Antlaşmasını imzalayarak, BM örgütünü oluşturmaya ve bu antlaşmayı müteakiben 10 Aralık 1948’de, “ ideal hak ve özgürlüklerin ” yer aldığı evrensel bir belge olarak İHEB’i, BM Genel Kurulu’nda kabul etmeye itmiştir.
İHEB’den esinlenilerek kurulan Avrupa Konseyi sonucunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ise 4 Kasım 1950’de aralarında Türkiye’nin de bulunduğu on iki devlet tarafından imzalanarak, 3 Eylül 1952 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

AİHS, İHEB’den esinlenerek güvence altına aldığı hak ve özgürlüklerin yanında, taraf devletlerin taahhüt edilen yükümlülüklerin hayata geçirilmesinin sistemini oluşturmak suretiyle; taraf devletlerin, bireylerin, birey gruplarının ve hükümet dışı kuruluşların sözleşmeye taraf olan herhangi bir devlet aleyhine sözleşmede korunan değerleri ihlal ettiği gerekçesi ile sözleşme organlarına başvurabilmesi sağlanabilmiştir. Sözleşmede sayılan insan haklarının pratikte uygulanıp uygulanmadığının denetimi ise AİHM tarafından yapılmaktadır (Bıçak 2000: 87).
AİHS, Türkiye tarafından 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı Yasa ile sözleşmenin onaylanması ile yürürlüğe girerek iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir. Sözleşmenin Türk hukukunda asıl etkisinin ortaya çıkması ise, 28 Ocak 1987 tarihinden geçerli olmak üzere bireysel başvuru hakkının tanınması ve daha sonra 22 Ocak 1990 tarihinden geçerli olmak üzere AİHM’in zorunlu yargı yetkisini tanınması ile söz konusu olmuştur.
Adil Yargılanma Hakkı AİHS’in 6. maddesinde yazının en başındaki cümleler ile tanımlanmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilerek ele alınmıştır.
Bu düzenleme dışında ;
- Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olduğu (md. 2) ,
- Yargı yetkisinin Türk milleti adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanılacağı ( md. 9),
- Tutuklanan kişinin, makul süre içinde yargılanmayı isteme hakkının olduğu ( md. 19) ,
- Kanuni hakim güvencesi (md. 37) ,
- Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi ve masumiyet karinesi (md. 38) ile hüküm altına alınmıştır.
Ayrıca Anayasa’nın Yargı başlıklı üçüncü bölümünde, adil yargılanma hakkı ile bağlantılı olarak mahkemelerin bağımsızlığı (md. 138), hakimlik teminatı (md. 139), hakimlik ve savcılık mesleği (md. 140), duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması, davanın mümkün olan süratle sonuçlandırılması (md. 141), mahkemelerin kanunla kurulması (md. 142) düzenleme altına alınmıştır.
Adil yargılanma hakkı, hukuk veya ceza davalarında yargılamanın adil ve hakkaniyet uygun şekilde gerçekleştirilmesine ilişkin ilkeleri belirleyerek, hukuk devletinin temel unsurunu oluşturmaktadır ve AİHS’de düzenlenen diğer hakların korunabilmesi açısından da sözleşme sisteminde kilit bir role sahiptir.
Demokratik bir toplumda adaletin yerine getirilme süreci, adaletin yerine getirilmesi kadar önem taşımaktadır. AİHS’in 6. maddesi de adil yargılanma hakkını düzenlerken işte bu yargılama sürecini ele almıştır. Dolayısıyla adil bir karar verilebilmesi için yargılama sürecinde gerekli koşulların sağlanıp sağlanmadığı 6. maddenin koruması altındadır.
Son Söz
Tüm bu bilgiler ışığında insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olduğu Anayasa’sınca belirtilen bir ülke olarak Türkiye maalesef adil yargılama hakkı bakımından da sınıfta kalmaktadır. AİHM tarafından da onanan insan hakkı ihlalleriyle oldukça sık gündeme gelmesinin yanı sıra en başta saydığımız 4 ilkenin eksiksiz bir şekilde uygulandığı herhangi bir dosya bulabilmek dahi zor.
Mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı hem hakim ve savcıların atanması sırasındaki mülakatlar ile hem de birçok karar dolayısıyla gölgelenmiş, halk ve hatta yargının temel ayağından biri olan avukatlar dahi yargıya olan inancını çok uzun süredir yitirmiştir.
Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ceza davalarından önce savcıların çıkarılması sonra da hem KHK’lar ile hem de Yargı Reformu Paketi ile kabul edilen birkaç madde ile tamamen lafzi kalmaktadır. Yargı Reformu’nda kabul edilen seri yargılama usulü ve basit yargılama usulü “hakkaniyete uygun yargılanma” hakkının açıkça ihlalidir. Basit yargılama adı altındaki düzenleme MK. 206 ve 230 uncu maddelerin uygulanmasını ortadan kaldırmakta, yargılamanın vicahilik, delllerin tartışılması tanık ve sanığa soru sorma gibi çok temel unsurlarını ortadan kaldırmaktadır.
Türkiye en temel haklardan, insan haklarından biri olan “Adil Yargılanma Hakkı” konusunda korkunç ihlaller sergilemektedir. İnsan haklarına saygılı, adil yargılanma hakkının ilkelerini gözeten, adaleti gerçekten sağlamayı amaçlayan bir düzenleme acil bir ihtiyaç olarak devam etmektedir. Adalet hemen şimdi!Buse SEZEN
KAYNAKÇA
Yanıt Yazınız