Değişmeyen Fail, Bitmeyen Cezasızlık: Av. Erşen Sansal İle Röportaj | Bölüm 2

Avukat Erşen Sansal ile gerçekleştirdiğimiz röportaj serimizin ilk bölümünde Türkiye tarihindeki siyasi yargılamaların sistematiğini, 68 kuşağının oluşturduğu siyasi iklimi ve bunun yargılamaya olan etkisini, ardından da 12 Mart 1971’de yapılan askeri darbeyle birlikte şekillenen hukuksuzluk ortamında hukuk yargılamasında yaşanan dönüşüm hakkında konuşmuştuk. Serimizin ikinci bölümünde ise siyasi yargılamalar bahsini Bahçelievler katliamı ve Doğan Öz cinayetine dair yargılama sürecini inceleyerek genişletiyor ve 12 Eylül döneminde avukatların içinde bulunduğu yargılama ortamını konuşuyor, yakın dönem Türkiye tarihinde siyasetle hukukun birleştiği alanları dönemin canlı tanığı olan emektar Avukat Erşen Sansal ile değerlendirmeye devam ediyoruz.


AVUKAT EREN GÖNEN:
12 Mart zamanı ve 12 Eylül öncesinde TİP’in siyasi etkisi belli, yani 12 Mart’ta çok daha büyükken… Peki üstadım şunu da merak ediyoruz, birkaç demecinizi de gördüm, Ankara Barosu Dergisinde de bu konudan bahsetmişsiniz, önce sizin kişisel olarak ne hissettiğinizi soracağım, daha sonra dava boyutunu soracağım, Bahçelievler Katliamı. Yani siz bu katliamdan nasıl haberdar oldunuz, o zamanki Türkiye İşçi Partisinin Merkez Komitesi Üyeleri neler yapıyorlardı, işin bir bu kısmını merak ediyoruz, nasıl bir refleks gösterdiler bir de dava boyutunu, davada neler yaşandığını? Buraları merak ediyoruz.

AVUKAT ERŞEN SANSAL:
Efendim, 9 Ekim günü… 9 Ekim, günlerden Pazartesi idi. Yazıhaneye saat 08:30 gibi gitmiştim. Telefon çaldı. Telefonda demin de adından söz etmiştim, Osman, Osman Sakalsız… O tarihte Ankara İl Başkanı. “Acele partiye gel“ dedi ve kapattı. Çok önemli bir meselenin var olduğu besbelli ortada. Sormaya fırsatım da olmadı, zaten sormak da istemezdim. Telefonda söyleyecek olsa Osman kendisi söyler nasıl olsa. Duruşmaya falan çıkmak için hazırlanıyorum, erkenden bu nedenle gelmişim yazıhaneye, bıraktım dosyayı, çantayı bilmem ne ve çıktım. Kızılay’dan geçiyorum, Kızılay’da yürüyen insanları görüyorum, birbirleriyle sessiz konuşuyorlar. Bir yılgınlık görünüyor insanların gözünde. Ben evden sabahleyin çıktığımda bir şey dinleyip, böyle radyoyu, televizyonu dinleyip de haber almış bir şekilde çıkmamıştım. Oysa söylemiş televizyonlar. 7 genç öldürüldü diye. Bir dehşet ifadesi var insanların yüzünde, gözünde. Kafamdaki o anormallik imajıyla birlikte geldim. İl binası, İzmir cephesinde. İlk defa orada Alp Selek’i gördüm. Alp, İstanbul yeleği giyiyordu. Fakat çıkıp gelmiş, bir anormallik her haliyle belli oluyor. Nitekim Osman söyledi, dört kişi öldürülmüş. Dört kişi öldürülmüş. İki kişiden haber yok. O iki kişi Salih Gevence ile Faruk Ersan, Bahçelievler’deki evin kiracısı olan iki delikanlı bunlar. Serdar Alten de ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmış. Dört kişi öldürülmüş. Bir süre sonra tamamlayıcı bilgiler de geldi. Bahçelievler Emek Mahallesi tarafındaki yolda Salih’in ve Faruk’un cesetleri bulunmuş, Serdar hastanede hala. Tabii çok dehşet verici bir olay. O tarihlerin olaylarını hatırlarsanız şeydir, çatışma sırasında bilmem kaç terörist genç öldürüldü. Oysa burada… Haluk Kırcı diyor ki; “Siz ne biçim devrimcisiniz yahu” diyor. “Tabanca bile almamışsınız yanınıza” diyor. Yani olayın boyutunu bizzat Haluk Kırcı söylüyor. Ha neydi, olay neydi? 7 – 8 Ekim tarihleri, cumartesi-pazar günleri, TİP’in tüzüğüne göre iki türlü toplantı vardı. Bunlardan biri temsilciler toplantısı, bir diğeri de neydi…. Kaldı ki o hiç yapılmadı zaten. Bu temsilciler toplantısı için Ankara’da toplantı vardı. Şöyle, Tarih 1978. Son kez o toplantıya gelen insanlar kapatılmış olan partinin genel kurullarında, kongrelerinde vesaire bir araya gelmişler, “O ya seni gördüğüme sevindim!” falan… Yıllar sonra il temsilcileri toplantısında bir araya gelmenin sevincini yaşayan insanlar. 7 kişinin birden kalkıp aynı eve gitmelerinin arkasında bulunan itici neden de bu. Birbirlerini özlemişler. Partili arkadaşlar, birbirlerini özlemişler. Böyle bir buluşma meselesiydi. Bahçelievler Katliamı, bir türlü hazmedilemedi kamuoyunda. Şimdi bu sıralar 43 sene oldu. Üstünden 43 sene geçti. Fakat bir türlü böyle, “Neler neler olmadı ki o tarihte”, işte yüzlerce kişi, bilmem Maraş Katliamı, Kayseri Katliamı, Sivas Katliamı falan, denmedi. Denmedi.

AVUKAT EREN GÖNEN:
Peki bunların yargılanma boyutu nasıl oldu, neler yaşandı Bahçelievler Katliamı davasında? 12 Eylül darbesinden sonra mı süreç başladı dava boyutu, yoksa öncesinde de bir kovuşturma aşaması var mıydı? Neler yaşandı davalarda?

AVUKAT ERŞEN SANSAL:
Efendim, Bahçelievler Katliamı davası yargının önünde uzun süre kalmış olan bir davadır. Size söyleyeyim, şu an hala yargı önünde Bahçelievler davası. Şu an hala yargı önünde. Nasıl yargı önünde? Katillerden en azılılarından birisi olan Ünal Osmanağaoğlu, 18 yıl kaçak kaldıktan sonra yakalandı. Ve Ünal Osmanağaoğlu ile Bünyamin Adanalı, ikisinin, böyle biraz ertelenmişti bir şeyler olmuştu, ikisine de yedişer kez ölüm cezası kararı verildi.

AVUKAT EREN GÖNEN:
12 Eylül öncesi mi sonrası mı verildi?

AVUKAT ERŞEN SANSAL:
7 kişi öldürüldü biliyorsunuz Bahçelievler Katliamında. Onun için yedi tane idam. Bu iki kişiyle ilgili söyledim 18 yıl sonrasını. Daha öncesinde ilk partide bir kişi hakkında ölüm cezası kararı verildi: Ercüment Gedikli. Ercüment Gedikli kim? Bahçelievler bölge sorumlusu. Bahçelievler neresi? Cinayetin işlendiği yer, katliamın işlendiği yer. Ama o kadar değil. Bahçelievler MHP’nin genel merkezinin bulunduğu yer. Ve MHP genel başkanı Alparslan Türkeş ne diyor; “Bahçelievler bizim için güvenli hale getirilmeli.” Diyor. Bu lafı duyan Bahçelievler sorumlusu Ercüment Gedikli, kendisinin üstüne düşen görevi de idrak ediyor. Yani bakın ilginçtir. Neden bu yedi kişi seçildi? Yanlarına tabanca bile almamışlar. Neden bu yedi kişi seçildi? Terörün mantığı burada. Öyle bir şey ki bu olayı duyanlar, korku ve dehşet yaşayacaklar. O korkuyu verebilmek, Bahçelievler bölge sorumlusu bunu idrak edebiliyor. Bunu idrak ederek yedi kişinin öldürülmesi talimatını veriyor. Gerçi Haluk Kırcı’nın şey lafları var; “Biz evde yedi kişi olduğunu bilmiyorduk, iki kişi diye zannettik.” Fakat Haluk Kırcı’nın hangi lafına, doğru diye bakacaksınız ki.

AVUKAT EREN GÖNEN:
Devam eden dava?

AVUKAT ERŞEN SANSAL:
Ha, devam eden dava… Ondan söz edecektim. Ünal Osmanağaoğlu, kendisi için verilen yedi kez ölüm cezası kararı üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dosyayı açıp baktığı zaman ne? Ölüm cezası verilmiş, Yargıtay onamış, kesinleşmiş. Hem de bir değil, üç değil, beş değil, yedi kez. Avrupalının ve ölüm cezalarını kaldırmış olan Avrupalının bakış açısıyla baktığınız zaman; “Ya hu ne demek ölüm cezası, böyle olur mu?” boz, gitsin bunu. Elinin tersiyle itmiş. Baktığınız zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı… Yanlış bir şey söyledim az önce, bozmadan söz ettim, bozma değil o, ihlal kararıdır. İhlal kararıdır, bozma değil. Ama sonuçta değişen bir şey olmuyor. O zaman Ünal Osmanağaoğlu için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararı yargılamanın yenilenmesi nedenidir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 435 midir nedir, öyle bir şey. O nedenle yargılama yenilendi. Ve yenilenen yargılamada bu sefer beraat kararı verildi. 7 kez idamdan beraata… Bu kez öyle verildi. Şimdi Bahçelievler Katliamı ile kamuoyu ilgi gösterdi, ilgiyle izledi. Fakat resmi çevreler verilen ölüm cezası bir yana üç gün ceza verilse dahi ondan dahi rahatsız olacaklardı. Getirip yine Ünal Osmanağaoğlu’na bağlayalım. Ünal Osmanağaoğlu, öldü. Dava devam ederken öldü. Ve cenazesini kaldırmaya kim gitti biliyor musunuz? Günümüzün demokrasi havarisi Meral Akşener gitti. Devlet Bahçeli ile Meral Akşener gitti. Yani resmi çevreler, o tarihte Meral Akşener bilmem ne bakanı, bir bakan, İçişleri Bakanı. Böyle bir rahatsızlık vardı. Beraat kararı vererek, oh be, dediler, onlar da rahatladılar.

AVUKAT SÜLEYMAN SIRRI KUŞ:
Ercüment Gedikli’nin durumu ne oldu ağabey?

AVUKAT ERŞEN SANSAL:
Efendim, şöyle, bakın, Ünal Osmanağaoğlu niçin beraat etti, önce onu söyleyelim. Ünal Osmanağaoğlu, katliamın işlenmesinde iki tane gözcü var. Duran Demirkıran ve Ömer Özcan adlı iki tane sanık. Bunlar da neticede 28 seneye mahkûm oldular. Şu anda halen içerideler mi değiller mi bilmiyorum. Fakat idamlıklar bile çıktığına göre onlar haydi haydi çıkmıştır. Ve niçin beraat etti Ünal Osmanağaoğlu? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ihlal vardır dedi diye. Bu ihlali daha sonra beraat kararı verecek olan Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi yanlış yargılama yapılmıştır, beraat verilmesi gerekirken mahkûmiyet verilmiştir, bu yanlış olmuştur, biçiminde algıladı. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı hiç de öyle bir karar değil. Yani temel haklar ihlal edilir, neyle? Ölüm cezasıyla. Bu nedenle temel haklarına, kişilerin temel haklarına aykırıdır ölüm cezası verilmiş olması, dendi. Ve şöyle Ercüment Gedikli ne oldu, diye sordunuz. Şöyle, beraat kararının verilmesi şeye dayandırıldı Ünal Osmanağaoğlu için, iki tane gözcü olduğunu söylemiştim. Bu gözcüler, özellikle Duran Demirkıran mahkemeye geldi şahit olarak. Ya hu aynı davada mahkûm olan kişiyi bu sefer şahit olarak çağır, dinle! Yemin… Biz dedik ki; “Ne yemini yahu, yalan yere yemin ettirmeyin adama!” Başkan ayakta kalakaldı öyle. Ve bu iki kişinin ifadesine dayalı olarak Ünal Osmanağaoğlu, yalandır bunların ifadeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi öyle dedi diyerek beraat kararı verdi. Ancak bu karar, Bahçelievler’de yargılanan diğer sanıkların hepsi için de geçerli. Onların da hepsi aynı iki kişinin ifadelerine dayanılarak verilmiş mahkûmiyet kararları idi. Ben bu nedenle şimdi Bahçelievler Ünal Osmanağaoğlu öleli daha doğrusu beraatına karar verileli 10 yıldan fazla oldu, 15 yıl falan olmuştur herhalde bugünlerde, şu an tarih hatırımda değil. Ben bekledim. Ercüment de yargılamanın yenilenmesini isteyebilir, şey de isteyebilir, Bünyamin Adanalı. O da isteyebilir. Başka mahkûm olanlar, Mahmut Korkmaz vesaire onlar da isteyebilir. Fakat bugüne kadar zaman geçti, istemediler. Bir yıllık da bir zamanaşımı süresi var. O da doldu. Öylece sanırım şu “biz o komünistlerin ağzının payını verdik, vatan bizden görev bekliyordu, vatani görevimizi ifa ettik.” Gibi bir onur kararını…. Efendim, Haluk Kırcı’ya gelince… Haluk Kırcı bu Ünal Osmanağaoğlu ile ilgili mahkûmiyet kararının kaldırılıp beraat kararı verilmesinden sonra yattığı hapishaneden bir açıklama yaptı. Dedi ki; “Bahçelievler’deki evde dört kişiyi… kapıya büyük reis gelmişti; Abdullah Çatlı gelmişti. Biz iki kişi kollarından girerek yaralı haldeki Serdar Alten’i aldık götürdük. Baktı Abdullah Çatlı ve bu bizim işimize yaramaz, dedi. Onun üzerine götürdük onu da öldürdük. Bu bizim işimize yaramaz, denince biz başka bir şeye yöneldik”, dedi. “Ve ben, o zaman dört kişiyi eterle bayıltmıştık, yatağın üstüne dizdim, dördünün de kafalarına birer kurşun sıkarak, dört kişiyi orada öldürdüm. Sonra gittim Abdullah Çatlı ile tekrar konuştum. İki kişiyi alıp götürmüşlerdi Bahçelievler yolunda. Salih Gevence ile Faruk Ersan. Onları da gittim orada öldürdüm.” Dedi. Yani Haluk Kırcı, bunların yedisini de ben öldürdüm, dedi. Nasıl olsa 15 seneden beri yatıyorum falan diye.

DOĞAN ÖZ CİNAYETİNE DAİR

AVUKAT EREN GÖNEN:
Şimdi Erşen Bey, eş zamanlı olarak bir de Doğan Öz cinayeti var. Benzer tarihler, yakın tarihler. Faillerinin bir kısmı da aynı insanlar.

AVUKAT ERŞEN ŞANSAL:
Bir kısmı değil, bir kişi.

AVUKAT EREN GÖNEN:
Bunlar şimdi baktığımız zaman koruyup kollandılar aslında. 12 Eylül sonrasında da vesaire. Şimdi bunları koruyup kollayan kişiler kimlerdi, nasıl kolladılar, cezaevinde mi kolladılar yoksa kaçırarak mı kolladılar, nasıl kollandılar yani? Bunların bu mekanizmaları nasıl işledi? Bunları da merak ediyoruz.

AVUKAT ERŞEN SANSAL:
Efendim, Doğan Öz’ün katili kimdi? İbrahim Çiftçi adındaki katil, Doğan Öz’ün davasında da yargılandı. İbrahim Çiftçi, Bahçelievler Katliamı davasında da yargılandı. Fakat iki davanın mahkeme önünde gördüğü tutum ve davranış çok farklı. Ve Doğan Öz cinayetinde bir şey var. Avukatı, İbrahim Çiftçi’nin, katilin avukatı, duruşmalar sırasında bir şeyler söyledi. Dedi ki; “Bu dava ile ilgili olarak bir yere, yer dediği başsavcılık mı, orta savcılık mı neresi belli olmadı o, bir yazılı beyanda bulunulmuş, o beyanda İbrahim Çiftçi’nin kayrılmaya layık bir insan olduğu… (ya bu katilin teki ya, adamın hiçbir marifeti falan yok. Hani katildir de birtakım özellikleri falan… Yok, hiçbiri yok. Sıradan. Bu adamın katil olmaktan başka hiçbir meziyeti olamazdı zaten)” ancak kendisi dahi yadırgamış o kendisine karşı yapılan tutumu. Bileceksiniz bu konuşuldu o zaman İbrahim Çiftçi’nin beraatına karar verilmesini dört kez bozdu Askeri Yargıtay. Dört kez bozdu. Ve sonunda Sıkı Yönetim Mahkemesi ben bu bozma kararına kanuni zorunluluk nedeniyle uyuyorum diye bir karar verdi. O karar ile beraat kararı verilmesinden sonra gidip hücresinde; “Hadi çıkıyorsun” denildiğinde, “Hayır, ben çıkmam!” demiş. “Beni götürüp infaz edeceksiniz. Ben buradayım, çıkmıyorum.” Ve çıkmamış. Yani kendisi dahi yadırgamış.

12 EYLÜL YARGILAMALARI

AVUKAT EREN GÖNEN:
Peki şimdi gelecek olursak bu 12 Eylül yargılamalarına, aslında Bahçelievler Katliamı da Doğan Öz cinayeti de 12 Eylül sonrasına sarkan yargılamalardı. Tabii az önce de izah ettiniz, 12 Mart bir temeldi 12 Eylül de 12 Mart’ın üzerine inşa edilmiş bir bina, şeklinde izah ettiniz, tarif ettiniz. Bu 12 Eylül’de hukuki açıdan (siyasi açıdan farklı farklı değerlendirmeler yapılır ama) hukuken ne değişti? Mesela 11 Eylül ile 12 Eylül arasında bir yargılama yapılacak olsaydı, iki farklı yargılama yapılacak olsaydı iki farklı günde neler dikkat çekiyor? Siz hangi ihlallere maruz kaldınız, hangilerine şahit oldunuz? Bunları öğrenmek de bizim açımızdan çok kıymetli.

AVUKAT ERŞEN SANSAL:
Yanlış anlamadımsa biz davayı izleyen avukatlara karşı olan tutum.

AVUKAT EREN GÖNEN:
Avukatlara da olur, müvekkilinize karşı da olur. Yani aslında şunu sormak istedim, 12 Eylül olmasaydı, müvekkillerimize veya bize bu şekilde davranılmazdı. 12 Eylül oldu da bize böyle davrandılar diyebileceğiniz böyle belirgin bir tavır değişikliği, yöntem değişikliği oldu mu acaba?

AVUKAT ERŞEN SANSAL:
Doğrusunu isterseniz Eren Bey, şu an öyle bir farklı uygulama yapıldı diyeceğim bir örnek yok kafamda. Yani 12 Eylül meselesinin gerçekleştirilmesi ile savunma cephesine karşı tutumun sertleştirilmesi, anlayışsızlık gösterilmesi gibi bir değişiklik olmadı. Zaten baştan beri var olan bir durum olduğu için belki o nedenle gerek gören kimse olmadı onun için. Öyle. Yani bir 12 Eylül’ün veyahut 12 Mart’ın… Ama bakın, bakın… Şimdi düşününce biraz sizin düşüncenize hak vererek söyleyeceğim şey olarak aklıma şu geliyor. Ben 12 Mart’la da 12 Eylül’le de biraz fazlaca ilgilendim. Bu sıkıyönetimdeki davalarla. P nedenle birçok davada savunma görevinde bulundum. İşte o nedenle gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de de bizim hakkımızda da davalar açıldı. Bu davalar doğrudan doğruya yaptığımız avukatlık ile ilgiliydi. Yaptığımız savunma ile ilgiliydi. Örnek verelim, Denizlerin davasında savcı Baki Tuğ’a hakaret ettiğimiz, yaptığımız yazılı savunma ile savcı Baki Tuğ’a hakaret etmiş olduğumuz ileri sürülerek yargılandık. O davada biz beraat etmedik. Dava bitti, mahkûmiyet kararı verildi. Ancak o mahkûmiyet kararını Yargıtay bozdu. Ondan sonra yargılamaya devam edildi, ısrar kararı verildi. Genel kurula gitti, genel kurulda da bozuldu. Bir daha geldi, tekrar beraat. En son verilen mahkûmiyet kararı bir daha mahkemenin önüne gelmeden 1803 sayılı Af Kanunu çıktı ve biz af ile kurtulduk o davadan. Şeyde ise 12 Eylül’de keza mahkemeye hakaretten dolayı bir dava açıldı. O tarihte 11 avukat hakkında açılan bir dava idi o. Niyazi Ağırnaslı için Türkiye Cumhuriyeti ordusunu… 159. Maddeden ek bir dava açılmıştı Niyazi Beyle ilgili. Diğerlerimiz hakkında da 260’tan açılmıştı. Yani her iki dönemde de bizi nasibimizi almaktan kurtarmış olmadılar. Öyle bir şey yaptılar.

AVUKAT SÜLEYMAN SIRRI KUŞ:
Ağabey özür dilerim, burada güzel bir kuşak oldu. Sizin, bizim ve genç arkadaşların. Şimdi bu 15 Temmuz sonrası yapılan yargılamalarda da yaptıkları savunma dolayısıyla göz altına alınan arkadaşlarımız oldu. Polis duruşma tutanaklarını almış. Ve sorgusunda diyor ki “burada şunu demek isterken ne demek istiyorsun? Müvekkillerine neden susma hakkı kullandırıyorsun? Bu müvekkilleri nereden buldun, edindin?” gibi… Birkaç gün gözaltında kalan arkadaşlarımız oldu. Şimdi 70’ten 71’den bakıyoruz; geldik 2020 küsura. Yani pek bir şey değişmemiş gibi. Biz hala savunmadayız, saldırıya uğruyoruz. Bu düzen sistem bakıyor, avukatlara gözüne kestirdiklerine illa ki bir ceza kesiyor. Ve bir kadın arkadaşımızdır bu üç gün gözaltında kalan arkadaşımız. Bu sorular kendisine sorulan, tutanakları var. Savcının yazdığı polise müzekkerede diyor ki; “Savunma sınırlarını aşarak; şu, şu, şu soruları sormuştur. Bunları yapmıştır.” Sen savcısın, sen savunma sınırını ne bileceksin, bana nasıl hangi hadle hudutla sorarsın? Sınırımı, muhteviyatımı ben belirlerim müdafaada. Yani o zihniyet, dediğiniz gibi az önce, apoletsiz, üniformasız sivil kravatla devam ediyor. Burada mutabık kalalım yani, yaşadığımızı biliyoruz.