Son yıllarda hukuk fakültelerinin sayı ve kontenjanlarının artmasının sonucu olarak, özellikle Ankara, İstanbul, İzmir gibi illerde avukat sayısındaki artış nedeniyle avukatlık sınavı tartışması gittikçe yakıcı bir gündem haline gelmeye başladı. Geçtiğimiz 5 Nisan Avukatlar Günü’nde açıklama yapan Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, avukatlık mesleğinin standartlarının daha ileri noktaya gelmesi için avukatlık sınavı yapılmasının gerektiğini ve sınav için tasarı çalışmalarının devam ettiğini belirtmişti. Hal böyleyken; avukatlık sınavı tasarısının yakın zamanda önümüze gelme ihtimalini düşünerek, “Mesleğin standartlarının daha ileri noktaya gelmesi” için çözüm avukatlık sınavı mıdır ya da avukatlık sınavının savunulmasının gerekçeleri nelerdir; sınav neye, ne ölçüde çözüm olacaktır gibi soruları irdeleme gereğini duyduk.
Avukatlık Sınavı gerçek bir çözüm müdür?
Avukatlık sınavının getirilmesine en büyük gerekçe olarak, hukuk fakültesi mezun sayısındaki artış gösterilmektedir. Hukuk fakültesi sayılarının ve var olan fakültelerdeki kontenjanların artmasıyla, Türkiye’de avukat sayısındaki artış gözle görülür hale gelmiştir. Bu durum, mesleğin icra edilebilirliğini birçok açıdan zorlaştırmaktadır. Hukuk fakültesi mezun sayısının fazlalığı, “piyasada” çok fazla genç avukat bulunmasına ve avukatlıkta işçileşmeye yol açmaktadır. İşçi avukatlar –piyasada alternatifinin fazla olması nedeniyle- mevcut mevzuat kapsamında birçok haktan mahrum şekilde, düşük ücretlerle ve ağır şartlarda çalışmaktadırlar. Bu noktada avukatlık sınavı ile avukat sayısının azaltılmasının piyasadaki sıkışmaya engel olacağı ileri sürülmektedir. Peki burada sorun, sayıları fazla olduğu için, hukuk fakültesi mezunları mıdır?
Çok sayıda özel üniversite açılması ve bu üniversitelerde öğrenci kazanma maksadıyla hukuk fakültesi açılması, verilen eğitimin niteliğini tartışmalı hale getirmiştir. Türkiye’de hukuk fakültesi ve kayıtlı öğrenci sayısını karşılar nitelikte akademik kadro bulunmadığı, birçok hocanın kadrolu olarak görünmesine rağmen, bu fakültelerde fiilen ders vermediği bilinen bir gerçektir. Ancak hukuk fakültelerindeki eğitimin niteliksizleşmesinin, fakülte mezunlarının avukatlık mesleğini icra ederken “nitelik” tartışmasının ortaya çıkmasına sebep olacağı açık olmakla birlikte; sorunun kaynağının bir toplam bakiye olarak hukuk fakültesi mezunlarının bizatihi kendilerinin olmadığını kabul etmek gerekir.
Özel üniversiteler ve dolayısıyla hukuk fakültesi sayıları artarken bu “piyasalaşmanın” önüne geç(e)meyen başta Türkiye Barolar Birliği olmak üzere meslek örgütlerinin, soruna zamanında müdahale etmeyip, Adalet Bakanlığı ile birlikte çözümü hukuk fakültesi mezunları üzerinde araması, kendi ihmal ve öngörüsüzlüklerinin üstünü örtmek olarak yorumlanmalıdır. Hukuk fakültelerinde verilen eğitimin niteliksizliği başlı başına bir sorundur ve bu sorunun çözümü, fakülte mezunları üzerinden üretilmemelidir. Üniversitelerin birer ticarethaneye dönüşmesi, restoran açılır gibi üniversite açılmaya başlanması Türkiye’de yeni bir durum değildir. Tüm bunlar yıllara yayılarak yaşanırken; yani özel üniversiteler mantar gibi çoğalırken, ülke aynı siyasi parti tarafından yönetilmektedir ve bu durum eğitime bakış açısının bir sonucudur. Hukuk fakülteleri çoğalırken bu üniversiteler üzerinden kar elde edimi teşvik edilmiş, burada bir sorun görülmemiş; ancak hukuk fakültesi mezun sayısı tartışma konusu edilerek avukatlık sınavı gündeme getirilmiştir. Aynı şekilde, uzun süredir Metin Feyzioğlu başkanlığında yönetilen Türkiye Barolar Birliği ya da avukat sayısı fazlalığının en yakıcı olduğu yerde İstanbul Barosu da yıllardır aynı ekiple yönetilmektedir; ancak gelinen noktada sorunun kaynağına dair çözüm geliştirmemiş, avukatlık meslek standartları tartışmalı hale geldiğinde sıkışmayı çözmek için sınav gündemini ortaya atılmışlardır.
Ayrıca, fakültelerin çoğalmasıyla eğitimin niteliği ve mezun sayısının artmasıyla mesleğin icra edilebilirliği tartışılırken, bu sorunun aşılması için avukatlık mesleğine hak kazanmanın “test” usulü olacağı öngörülen bir sınava bağlanması başlı başına bir çelişkidir. Burada yine, bir çözümden ziyade, sistem içerisine kısıtlanmış tedbirle karşılaşmaktayız. Avukatlık pratiği bizlere, bu mesleğin icrasının test usulü bir sınava bağlanamayacağını fazlasıyla göstermektedir. Bu usulde bir sınavın, tıpkı hakimlik-savcılık sınavı için olduğu gibi yeni bir dershane/kurs alanı yaratacağı da açıktır. Bunun bir sektör haline gelecek olması, sorunun kaynağına inmektense sistem içerisinde yeni arızalara neden olacak şekilde çözümü yöntemine gidildiğini farklı bir noktadan açıklamaktır.
Adalet Bakanlığı tarafından çalışması yürütülen avukatlık sınavının gerçekleşmesi halinde, sınavın ÖSYM tarafından yapılması ihtimali de mevcuttur. Ancak ÖSYM tarafından yapılacak bir sınavın güvenilirliği, Türkiye’nin son 10 yıllık dönemine şahit eden bir insan için oldukça şaibelidir. Geçtiğimiz Mart ayında, ÖSYM nezdinde yapılan geçmiş KPSS dahil 17 sınava ilişkin soruşturma başlatılmıştır. Bugün “Fetö” soruşturmasıyla ortaya çıkan geçmiş yıllara ilişkin soru çalma işleminin ilerleyen yıllarda karşımıza hangi isimle çıkacağı bilinmemektedir. Hal böyleyken, avukatlık mesleğinin şartlarının iyileştirilmesi adına mesleğe hak kazanılmasının ÖSYM nezdinde yapılacak bir sınava bağlanması, mesleğin mevcut sorunlarından daha tedirgin edicidir.
Avukatlık sınavına dair olumsuz yan da, sınavı kazanamayacak avukat adaylarının statülerinin ne olacağı belirsizliğidir. Avukatlık stajı 1 senelik bir dönemde tamamlanmakta bu staj döneminin tamamlanmasının akabinde ruhsat başvurusunda bulunularak avukatlık sıfatı kazanılmaktadır. Bu durumda avukatlık sınavını geçemeyen stajyerlerin statülerinin stajyer olarak devam edip etmeyeceği ya da ne olacağı ayrı bir sorun başlığıdır. Türkiye’de avukatlık stajının eski bir yönetmeliğe bağlı olarak stajyerler açısından zor koşullarda devam ettiği düşünüldüğünde, bu sürenin sınavda başarısız olunması halinde uzayacak olma ihtimali ayrıca mağduriyete yol açacaktır.
Peki, Avukatlık Sınavı yerine çözüm ne olmalıdır?
Avukatlık sınavı tartışmasına yönelik yukarıda sıralanan olumsuz faktörler, çözüm arayışında temelde iki noktayı işaret etmektedir: hukuk fakültesi sayısındaki artışın önüne geçilmesi ve işçi avukatların haklarının güvence altına alınması.
Avukat sayısının artmasının yarattığı sorunların en fazla mağduriyete yol açtığı kesim genç avukatlardır. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Barosu’na kayıtlı genç bir meslektaşımızın kendi bürosunu açıp bahsettiğimiz koşullardan ötürü işlerinin kötü gitmesi ve borçlanması sonucu yaşamına son vermesi, bu durumun vahim bir örneğidir*. Çoğunluğu başka bir avukatın yanında İş Kanunu’ndan faydalanmadan çalışan bu kesimin yaşadığı sorunların çözümü için, öncelikle Avukatlık Kanunu’nda işçi avukatların haklarını teslim eden düzenlemelerin yapılması gerektiği açıktır. Bununla birlikte, üniversitelerin birer ticarethane yerine bilim yuvası haline gelmesi için topyekün verilecek bir mücadele sonucu hukuk fakültesi açılışının belli şartlara bağlanması ve bunun üzerinde düzenlemelere başvurulması, ileriye dönük olarak mesleğin yaşadığı bu sıkışıklığın önüne geçecektir. Aksi halde, hukuk fakültesi sayı ve kontenjanlarına müdahale edilmeden; genç ve işçi avukatların çalışma koşullarının iyileştirilmesi için gerekli değişikliklere gidilmeden avukatlık sınavı yoluna başvurulması, daha büyük sorunlarla karşılaşmamıza yol açacağı gibi belki de yeni bir “atanamayan öğretmen” kriziyle karşılaşmamıza sebep olacaktır.
*https://www.gercekgundem.com/guncel/40845/genc-avukat-ekonomik-sikintilar-nedeniyle-intihar-etti
Özge İnce – Avukat
Yanıt Yazınız