Av. Zübeyde Arslan Yazdı;  5. Yargı Paketi Reform Mu Tehdit Mi?

2 Kasım 2021 günü yayınlanan ve bugünlerde Meclisin gündeminde olan 5. Yargı Paketi ile, iktidarın “reform” adı altında sunduğu hukuki ve toplumsal saldırılara bir yenisi daha eklenmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuzca çekilme kararı alınmış ve yürürlükte olan mevcut yasal düzenlemeler dahi gereği gibi uygulanmazken; kadın haklarını ve çocuğun üstün yararını gözetmeyen bir teklif alelacele yasalaştırılmaya çalışılmaktadır. Söz konusu 5. Yargı Paketi’nde önerilen değişiklikler, kadınlar ve çocuklar açısından ciddi riskler taşımaktadır. 

Kanun teklifinin 35. maddesi ile: “Çocuk teslimi veya çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair aile mahkemeleri tarafından verilen ilam veya tedbir kararları, çocuğun üstün yararı esas alınarak, Adalet Bakanlığınca kurulan adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüklerince yerine getirilir” şeklinde başlamaktadır. Devam eden fıkralarda, kararların psikolog, pedagog, sosyal çalışmacı, rehber öğretmen… gibi uzmanlar eşliğinde icra edileceği belirtilmiştir. Yine devam eden fıkralarda, Müdürlüğün bulunmadığı yerlerde hukuk mahkemeleri yazı işleri müdürlüğünün; uzmanların bulunmadığı yerlerde ise öğretmen marifetiyle yerine getirileceği belirtilmiştir. “Çocuğun üstün yararı” ile başlayan kanun teklifi, aslında bu yararı gözetmediğini içerdiği soyut ve muğlak ifadelerle baştan belli etmektedir. 

Öncelikle, çocuk teslimiyle ilgili hususlarda yetkinin İcra Dairelerinden alınıp Adalet Bakanlığı bünyesindeki “Adli Destek ve Mağdur Hakları Hizmetleri Müdürlükleri’ne” verilmesi, boşanmanın “kötü”, boşanmış ailelerin çocuklarının da “mağdur” olduğunu benimsetmeye çalışan bir bakış açısının ürünü olup, bu algının yıkılması gerekmektedir.

Kanun teklifi, her ne kadar Müdürlüğün veya uzmanın bulunmadığı yerlere ilişkin alternatif düzenlemeler getirerek çözüm bulduğunu iddia ediyor ise de, tüm yurtta görev yapacak olan personelin yetersiz ve halihazırda bir iş yükü altında olduğu gözardı edilmiştir. Kanun teklifinin aynı maddesinde, Müdürlükler tarafından görevlendirilecek uzmanlar tam olarak sayılmamış, psikolog, pedagog, sosyal çalışmacı ve “gibi” uzmanlar diyerek muğlak bırakılmıştır. “Gibi” ifadesinin, personel yetersizliği bahanesiyle “toplumda saygı gören” hangi kişilerle doldurulacağının belirsiz olduğu ve küçük yerleşim yerlerindeki çocuklar bu belirsizliğe terk edildiği apaçık ortadadır. Uzmanların hangi alanlardan lisans mezunu kişiler olabileceği muhakkak tanımlı/belirli olmalıdır ve bu noktada başka alanlardan kişilerin bu denli önemli kararların icrasına kıyas yoluyla dahil edilmemesi gerekir. Yine teklifte bu uzmanların Mahkemelerden bağımsız görev yapacağından bahsedilmektedir; ancak her defasında değişen ve çocuğu tanımayan rastgele uzmanların raporlama yapmasında da çocuğun menfaatinin korunamayacağı açıktır.

Kanun teklifinin 38. maddesi: “Çocuk teslimi ve çocukla ilişki kurulmasına dair ilam veya tedbir kararlarının yerine getirilmesine ilişkin işlemler, müdürlükçe belirlenen teslim mekanlarında gerçekleştirilir.” düzenlemesini içermektedir. Ülkemizde her gün kadın cinayetlerine ve kadına yönelik şiddete bir yenisi eklenirken, Müdürlük tarafından belirlenen çocuk teslimi mekanlarında, kadının ve çocuğun can güvenliğinin nasıl sağlanacağına dair hiçbir düzenleme yoktur. Bir kadın veya çocuğun teslim yerlerinde şiddete maruz kalma ihtimali tamamen gözardı edilmiştir. Öte yandan, “teslim mekanları” ifadesi de son derece soyuttur ve çocuğun bu esnada örselenmemesi açısından, çocuğun yaşı ve zihinsel durumunun gerektirdiği mekana ve fiziki koşullara sahip olacağının garantisi gerekir. Teslim mekanı olarak okul bahçeleri düşünülüyor ise de, teslim esnasında herhangi bir problem yaşayan çocuğun her gün gittiği okuluna ve hatta okulunda görüştüğü insanlara duyacağı sevgi ve güvenin azalmasına veya yaşadığı problem ile okulunu bağdaştırmasına neden olacağı kuvvetle muhtemeldir. 

Teklifin bütünü incelendiğinde her ne kadar yetki ve icra hususu halihazırda sorunların yaşandığı icra dairelerinden alınıp Adalet Bakanlığına devredilse de, kararların yerine getirilmesinde işleyişin değişmediği, çocuk odaklı bir anlayışın benimsenmediği görülmektedir.

Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 9/3. maddesi “Taraf devletler, ana-babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana babanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.” şeklindedir. Türk Medeni Kanunu’nun 323. maddesi de “Ana veya babadan her biri, velayeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiştir. Çocuğun üstün yararı ilkesi, anne-babanın menfaatleri ile çocuğun menfaatinin çatışması halinde, çocuğun menfaatinin korunmasını gerektirir. Mahkemelerin de, çocuğun üstün yararı ilkesini esas alarak kişisel ilişki tespit etmeleri zorunludur. Çocuğun yararına aykırı olmamak koşuluyla velayetin değiştirilebileceğine ilişkin düzenleme ise son derece soyut ve belirsizdir. Kanun teklifinin gerekçesinde yazıldığı gibi kişisel ilişkinin amacı “annelik veya babalık duygusunun tatmini” değil çocuğun üstün yararı olarak kabul edilmeli ve çelişen her anlayışla mücadele edilmelidir. Anne-babayı çocuğun velayetinin değiştirilebileceğinden bahisle tehdit etmek veya çocuğu şiddet görme tehlikesi altına bulunan bir anneyi çocuğunu teslim etmemesi halinde disiplin hapsiyle cezalandırılmasıyla tehdit etmek; mevcut sorunları çözmekten çok uzaktır. 

Özetle, “reform” adı altında sunulan 5. Yargı Paketi ile bir kez daha karşımıza getirilen kanun teklifi, kadınların ve çocukların kazanılmış haklarına karşı ciddi tehditler içermekte ve hali hazırdaki sorunları çözmek yerine yeni sorunlar üretmektedir. Bize düşen ise, çocuğun üstün yararını savunmak, çocuk istismarına af getirme girişimlerine karşı çıkmak, 6284 Sayılı Kanun’un uygulanması için mücadele etmek, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmemektir. 

Yanıt Yazınız

Your email address will not be published.