Av. Yelda Koçak Yazdı; İstanbul Sözleşmesi ve Kadın Cinayetlerinin Kronolojisinde Uzlaştırma ve Israrlı Takibin Rolü

Emine Bulut’un ve kızının çığlıklarının kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini tüm çıplaklığıyla yüzümüze vurduğu gün, ülke kamuoyu bir kez daha kadına yönelik şiddettin çözümüne dair kafa yormaya başladı. Oysa Emine’nin çığlığı son bir yılda öldürülen 440 kadının ve bugüne kadar öldürülen tüm kadınların çığlığıydı: “ölmek istemiyorum”. Ne zamanki bu çığlık diğer çığlıklardan farklı olarak mahkeme dosyaları yerine görüntüleriyle kamuoyuna düştü o zaman yeniden çözüm önerileri üzerine konuşulmaya başlandı.  Oysa Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesinin ardından da benzer tepkiler verilmiş ve devletten bir an önce çözüm bulması istenmişti. O günden bu güne yine, artık maalesef rakamlarla ifade etmek zorunda kaldığımız yüzlerce hatta binlerce kadın hayattan kopartıldı.

Her vahşi kadın cinayetinin ardından hükümet ve yakın çevrelerce idamın gündeme getirilmesi de artık can sıkmaya başlayan bir sorunu çözmeme iradesi olarak karşımıza çıkıyor. Ne zamanki kadınlar, kadın örgütleri “kadına yönelik şiddeti, cinayetleri önleyin” dese, önlem almaya niyeti olmayanlar idamı ortaya atar oldular. Halbuki kadın örgütlerinin talebi net; İstanbul Sözleşmesi’ni Uygulayın!

Çözümü idam, hadım ya da başka insanlık dışı yöntemlerde arayanlara anlatmaktan hiç bıkmadan yeniden ve yeniden anlatmanın yanı sıra İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını istemekten daha can yakıcı bir çözüm şimdilik yok.

İstanbul Sözleşmesi’nin başta devlete, yerel yönetimlere, siyasi partilere,  üniversitelere tüm kurumlara kadına yönelik şiddeti önlemek için yüklediği onlarca yükümlülük bulunmakta.  Kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığına ve bu eşitsizliği ortadan kaldırıcı önlemler alınması gerektiği yönündeki sözleşme vurgusunu en başa yazıp devam edelim.

İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının ardından Sözleşme ruhuna uygun yapıldığı iddiası ile yürürlüğe giren 6284 sayılı yasaya ve Sözleşmeye rağmen kadın cinayetlerinde çok kilit rol oynayan iki hususa halen bir çözüm bulunamamış durumda. Diyarbakır Barosu Üyesi Av. Müzeyyen Boylu’nun boşanma sürecinde olduğu eşi tarafından öldürüldüğü cinayetin kronolojisinde de açık bir şekilde gördüğümüz UZLAŞTIRMA ve Türk Ceza Kanununda karşılığını bulamayan ISRARLI TAKİP suçu hakkında bir düzenleme acilen yapılmalıdır.

İstanbul Sözleşmesi’nin 48. Maddesinde “Taraf Devletler, bu Sözleşme’nin kapsamına giren bütün şiddet biçimleriyle ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere zorunlu alternatif çatışma çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alır” denmesine rağmen uygulamada maalesef en çok uğraştığımız konuların başında UZLAŞTIRMA yer almakta. 24.11.2016 tarihinde Ceza Hukukunda Uzlaştırma prosedürünün kanuna konulmasıyla birlikte kadına yönelik şiddet ve cinayetlerde de bambaşka bir evre yaşanmaya başlandı.

İlk uygulamalarında İstanbul Sözleşmesi’nin 2014 yılından beri Anayasa md. 90 uyarınca bağlayıcı bir şekilde uygulamada olduğuna dair güvenle kadına yönelik şiddet soruşturmalarında uzlaştırmacıya verilen dosyalarda uzlaştırma prosedürünün bir parçası olmayacağımızı söyleyerek yolumuza deva ettiysek de uygulamada hiç de öyle olmadığını gördük.

Bir kadına yönelik şiddet dosyasında kadını uzlaşmaya ikna etmeye çalışan uzlaştırıcının “biliyorsunuz bu davalar zaten boşu boşuna insan yoruyor defalarca gidip geliyorsunuz ama verdikleri ceza para cezasına dönüşüyor, bir yere bağış yapsın[1]sözleri ise aslında savcılardan, hakimlerden sıkça duymuş olduğumuz sözlerdi. İstanbul Sözleşmesi’ne göre kadına yönelik şiddet davalarında uzlaştırmanın yasak olduğunu söylememiz ve bu nedenle uzlaştırıcı karşısına çıkmayı reddetmemiz maalesef uzlaştırıcıların tek taraflı tuttukları “uzlaşmama” raporlarına yansımamakta ve uzlaştırma prosedürü kadınların hayatları pahasına devam ettirilmekte.

Peki bu uzlaştırma prosedürü kadınların hayatlarına nasıl mı mâl oluyor? Uzlaştırıcıya gönderilen dosyada uzlaştırıcı, mağduru da şüpheliyi de arıyor ve uzlaşıldığı durumda ceza dosyasının kapatılacağını söylüyor. Bunu duyan şiddet faili bu kez de mağduru uzlaşmaya ikna etmek için her türlü şiddet ve tehdidi uygulamaya başlıyor. Bu süreç kimi durumlarda maalesef cinayetle sonlanıyor ya da şiddet döngüsü devam ediyor. Uzlaştırıcıya gönderilen dosya nedeniyle kadının tekrar tekrar şiddet görmesi üzerine yapılan şikayetten sonra da uzlaştırıcıya gönderilmesi kısır döngüsünü anlatabilmişimdir umarım. Ceza Muhakemesi Kanununun maddesinde masum gibi duran ve kimi zaman bir jandarma tarafından, kimi zaman adliyede şoför kadrosunda kimi zaman da avukatlar eliyle uygulanan uzlaştırma prosedürü kadınların hayatlarına mâl oluyor.

Sözleşmedeki ismi ile stalking ya da musallat olma ve daha sık kullanılan adıyla ısrarlı takibin kadınlara yaşattığı eziyeti ise maalesef halen savcılara anlatamamaktayız. İstanbul Sözleşmesine, 6284 sayılı yasaya atıfla yapmış olduğumuz ısrarlı takip şikayetleri maalesef ya “huzur ve sükunu bozmak” gibi ya da “hakaret” “basit taciz” gibi ele alınmakta. Kimi dosyalarda da fiziki şiddet olmadığı için takipsiz bırakılmakta. Şiddet, 6284 ve İstanbul Sözleşmesi’ne rağmen halen sıklıkla sadece fiziki şiddet olarak kabul edilmekte, psikolojik şiddete dair aldığımız emsal kararlarla kısa mutluluklar yaşamaktayız.  Oysa ısrarlı takip savcıların çok sevdiği “huzur ve sükunu bozmak” ya da komik para cezaları ile geçiştirilen “hakaret, taciz” suçlarından çok daha vahim sonuçlara neden olmakta. Öncelikle şunu söyleyelim ki bir çok kadın cinayetinde cinayet geliyorum diyor, kadın takip ediliyor, işine, evine, akrabalarına, arkadaşlarına ulaşılıyor, sosyal medya hesapları takip ediliyor ve daha nicesi… Bu süreçte etkili ve bu ısrarlı takibi durdurucu bir tedbir alınmadığı için de bir çok ısrarlı takibin sonu kadınların hayatlarına mâl oluyor.

 Yine cinayetle bitmeyen ısrarlı takiplerde de basit bir huzur bozulmasının, hakaretin ötesinde kadınlar hapis hayatı yaşıyor ve her an öldürülme, şiddet görme tehdidi altına yaşamaya çalışıyorlar. Kadınların gördüğü sistematik şiddetin tek bir fiil gibi cezalandırılması yerine Av. Hülya Gülbahar’ın da vurguladığı üzere[2] TCK md. 96’da düzenlenen “Eziyet” suçunun uygulanması gerekiyor. Ya Türk Ceza Kanununda bir değişiklik yapılmalı ve ısrarlı takip suçu eklenecek ya da ısrarlı takip fiilleri de eziyet olarak değerlendirilmelidir. Eziyet başlıklı 96. madde son derece açık: “Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” denmektedir. Kadınların sürekli takip edilme, öldürülme, şiddet görme korkusu ile yaşamalarının nasıl büyük bir eziyet olduğunu onlarca kadına yönelik şiddet dosyasında gören biri olarak söylememem gerekir ki; ısrarlı takip kadınların hayatlarını cehenneme çeviren bir süreç ama savcılar ve hakimler tarafından dikkate dahi alınmamakta.

Israrlı takip mağduru olduğu için çocuğunu yurtdışına kaçıran anneden işten çıkıp şehir değiştiren işçi kadına, her hangi bir sosyal medya hesabı kullanamayan, kendisini sistematik olarak takip edip taciz eden sanık hakkında bir çok ceza davası olmasına rağmen tutuksuz yargılanan kişiden korka korka üniversiteye devam etmeye çalışan genç kadına kadar bir çok kadın bu eziyeti yaşamaktadır. Her an öldürüleceği, tecavüze uğrayacağı ya da yüzüne kezzap atılacağı korkusu ile yaşamanın ağırlığını yaşayan o kadar çok kadın var ki…

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti önlemek amacıyla alınması gereken bir çok önleme vurgu yapmakta. Kadın erkek eşitliğinin tesisi amacıyla tüm kamu kurumları, üniversiteler, okullar, yerel yönetimlerin dahil olduğu bir süreç ve top yekün değişiklikler yapılması yönünde devletlere yükümlülükler yüklemekte. Oysa YÖK’ün üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliği projelerini iptali ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği’nde değişiklik yaparak Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin etkinlik alanlarından çıkartması çok yeni haberler. [3]

Önleyici tedbirlerin alınması yönündeki somut adımların atılması şiddet ve cinayetleri önlemede cinayetten sonra failin caydırıcı şekilde cezalandırılması kadar önemli bir husus ancak kadın cinayetleri gündeme geldiğinde ilk akla gelen maalesef idam oluyor. Cinayete giden süreci durdurmak konusunda yapılacak çok şey var ancak devlet bu konuda idamı gündemde getirmek dışında hiç bir somut adım atmadığı için iş yine kadınlara kadın örgütlerine düşmekte.

İstanbul Sözleşmesi’nin göstermelik değil tam anlamıyla uygulanması talebimizi yükseltmek ve bu süreçte de somut taleplerimizi dile getirmekten geri durmayacağız.


[1] https://ilerihaber.org/icerik/siddet-goren-kadina-hukuk-disi-uzlasma-teklifi-bu-davalar-zaten-bosu-bosuna-insan-yoruyor-68398.html

[2] https://www.birgun.net/haber/kadina-karsi-sistematik-siddet-iskencedir-ve-insanliga-karsi-suctur-266105

[3] https://www.evrensel.net/haber/386638/meb-toplumsal-cinsiyet-esitligini-yonetmelikten-cikardi

Yanıt Yazınız

Your email address will not be published.