Av. Serpil Bozkulak Yazdı; Barınamıyoruz Hareketi Üzerinden  Barınma Hakkı

Bir süredir özellikle büyükşehirlerde kiralık konut fiyatlarının yükselmesiyle dillendirilmeye başlanan barınma meselesi, üniversitelerde yüz yüze eğitimin başlaması ve üniversite öğrencilerinin okullarına dönmesiyle bir çığlık haline gelmiş ve herkes tarafından görülür olmuştur. Üniversite öğrencileri kiralık evlerde, yurtlarda ve apartlarda ya çok yüksek fiyatlar ödemek ya da kötü koşullarda yaşamak zorunda bırakılmıştır. Barınamıyoruz Hareketi adıyla barınma hakkına sahip çıkan üniversite öğrencileri; KYK yurtlarındaki ücretlerin düşürülmesini, özel yurt ve apartların ücretlerinin denetlenmesini, öğrenci evleri kiralarının fahiş artışına müdahale edilmesini ve öğrencilere barınma konusunda maddi destek sağlanmasını talep etmektedir. Toplam 8 milyon civarında üniversite öğrencisi varken KYK yurtları, özel yurtlar, ve çeşitli cemaatlere ait yurtların toplam kapasitesi 2 milyon civarındadır. KYK yurt kapasitesinin öğrenci sayısının çok altında kalması ve artan özel yurt ve kiralık konut fiyatlarının da özellikle yoksul ve ücretli çalışan aileler tarafından karşılanamaması neticesinde öğrenciler barınma sorunu ile karşı karşıya kalmaktadır. Şimdilik üniversite öğrencilerinin konut krizi olarak karşımıza çıkan barınma hakkı sorunu aslında kapitalist sistemin bir barınma krizinin habercisidir. Üniversitede öğrencilerinin barınma krizi zamanla en alttan üste doğru yükselerek hepimizin barınamama sorunu olarak karşımıza çıkacak.

Kentleşme ve konut sektörü kapitalizmin gelişiminde her zaman önemli bir aktör olmakla beraber özellikle 1980 sonrasında büyük sermayenin gayrimenkul sektörüne yönelmesiyle başat bir rol üstlenmiştir. 1980 öncesinde kentin göçmenleri gecekondu ile kendi barınma ihtiyaçlarını karşılarken devlet de kendi yatırım alanlarında işçilere ve memurlara konut üreterek ücretli çalışanların büyük bir kısmının barınma ihtiyacını karşılamaktaydı. 1980 sonrasında ise büyük sermayenin gayrimenkule yönelmesi ve özellikle 2000’lerden sonra inşaat temelli büyüme modelinin desteklenmesiyle konut üretimi, yoksulların ve ihtiyaç sahiplerinin barınması amaçlı değil tamamen sermayenin büyümesi ve rant yaratması amacıyla kullanıldı. Sermayenin, inşaat ve gayrimenkul sektörüne girmesiyle konutlar hızla yükselirken kentin merkezinden başlayarak çeperine doğru kentsel dönüşümler yapılmıştır. Kentlerde yeni ve lüks konutlar hızla artarken konut artık barınma hakkı temelinden uzaklaşıp rant odaklı üretilmektedir. Yoksulların hatta ücretli çalışanların, kendi babaları, dedeleri gibi konut sahibi olma ihtimalleri ve beklentileri azalırken üst gelir grubu yatırım amaçlı konut alımına yönelmektedir. Üst gelir grubunun elinde konut stoku oluşurken yoksulların, işçilerin ve ücretlilerin hızla artan kiraları bile ödemeleri zorlaşmaktır. Barınma hakkı bu süreçte bir insan hakkı konusu olmaktan çıkıp rant meselesi haline gelmiştir. Son gelişmelerle üniversite öğrencileri bize yeniden hatırlattı ki bu sorun bir insan hakları sorunu ve her an hepimiz bu sorunla yüzleşebilecek bir sistemin içindeyiz. Sadece konut fiyatları değil öğrencilerin ve/veya yoksulların ulaşabildiği konutların kalitesi ve niteliğinin de insan onuruna yakışan barınma hakkı ile örtüşmediği gibi bu sürecin devamında da rant odaklı piyasa koşullarına bırakılan kentleşmenin neticesinde birçoğumuzun ciddi bir konut krizi ve barınma hakkı sorunuyla karşı karşıya kalacağıdır.

Barınma ve konut krizi Türkiye’ye has bir kriz olmadığı gibi küresel ölçekte yaşanan bir krizin varlığı da son dönemde dünyanın hemen hemen her yerinde görülmektedir. Özellikle AKP’nin iktidarda olduğu son 20 senedir inşaat odaklı büyüme stratejisinin seçilmesi ile konut arzı fazlası olmasına rağmen kira enflasyonu yaşanmaktadır. OECD raporuna göre 2015-2020 arasında Türkiye kira artışında %157 ile Dünyada ilk sıradadır. İstanbul Planlama Ajansı raporuna göre ise İstanbul’da 6,4 milyon konut varken bu konutların %72’sinde ikamet edilmekte geri kalan %28’i atıl durumda boş durmaktadır. Türkiye özelinden bakıldığı zaman ortada bir konut arzı yetersizliğinden kaynaklanan kriz bulunmamaktadır. Konutun barınma hakkı temelli değil rant temelli üretilmesinden kaynaklanması ve sınıflar arası mülkiyet eşitsizliğin gittikçe büyümesi sorundur. Konut krizi kapitalist mekansal gelişmenin karakteristik bir niteliğidir ve insanların barınması amacıyla değil sermayenin büyümesi amacıyla üretilen inşaat sektörüyle büyümekte ve sistem de bu şekilde sürekliliğini sağlamaktadır. Barınma hakkının önemi de hepimizin karşısına tam da burada çıkmakta; konutun sadece dört duvardan ibaret olmadığı ve insan onuruna yakışır bir konutta yaşamanın herkesin hakkı olduğu hakim siyasal ve ekonomik aktörler tarafında unutturulmak istendiği anda önem kazanmaktadır. Konut politik bir meseledir ve konutun barınma hakkı üzerinden talep edilmesi ve bunun politik bir aktör olarak hatırlatılması gerektiği de unutulmamalıdır.


Bir İnsan Hakkı Meselesi Olarak Barınma Hakkı


Barınma hakkı hem taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle hem de anayasamızda düzenlenmiştir. Barınma Hakkı, devletlerin elverişli konut ihtiyacına herkesin ulaşması için taraf devletlerin tedbir alma yükümlülükleri ile bağlayıcı olan bazı uluslararası anlaşmalarla sağlanmıştır. Bu hak öncelikle 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde “Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır; bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetleri ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan başka geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar” denilerek konut hakkı içinde düzenleniştir. 1966’da Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeler’in 11. Maddesi ile “Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, herkesin, yeterli beslenme, giyim ve konut da dâhil olmak üzere, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam düzeyine sahip olma ve yaşam koşullarını sürekli geliştirme hakkına sahip olduğunu kabul ederler” tanımıyla elverişli konut hakkı da tanımlanmış ve tanınmıştır.


16 Aralık 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 17. Maddesi’ndeki ” Hiç kimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemez; onuru veya itibarı hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamaz. Herkes bu tür saldırılara veya müdahalelere karşı hukuk tarafından korunma hakkına sahiptir” tanımıyla konut dokunulmazlığı sağlanmıştır. 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren Kadınlara karşı her türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Madde 14/2-h “Özellikle konut, sağlık, elektrik ve su temini, ulaştırma ve haberleşme konularında yeterli yaşam standartlarından yararlanma haklarını sağlamak” ile yükümlü olduğu maddesiyle insan onuruna yakışır standartlardaki konut tanımlanmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Tarafından 20 Kasım 1989 Tarihinde Kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Madde 27/3 ile “Taraf Devletler, ulusal durumlarına göre ve olanakları ölçüsünde, ana-babaya ve çocuğun bakımını üstlenen diğer kişilere, çocuğun bu hakkının uygulanmasında yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri alır ve gereksinim olduğu takdirde özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında maddi yardım ve destek programları uygularlar” çocuklar için elverişli konut hakkı düzenlemiştir. 2007 tarihinde Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmesi 28. Maddesi’nde “1. Taraf Devletler, engellilerin yiyecek, giysi ve barınma dahil kendileri ve aileleri için yeterli yaşam standardı hakkını ve yaşam koşullarının sürekli olarak iyileştirilmesi hakkını tanır. Taraf Devletler bu hakkın engelli olmaları nedeniyle ayrımcılığa uğramaksızın tanınmasını temin etmek için gerekli adımları atar. 2.(d) Engellilerin toplu konut programlarına erişimini sağlamak” yükümlülüğü ile engellilere elverişli konutlarda yaşama hakkı düzenlenmiştir.


2006 yılında Elverişli Konut Hakkı tanımı ise Birleşmiş Milletler tarafından “Her kadının, erkeğin, gencin ve çocuğun, barış içinde ve onurlu bir şekilde yaşayabileceği güvenli ve korunmalı bir ev ve toplumu edinme ve sürdürebilme hakkıdır” şeklinde yapılmıştır. Ulusal Hukukumuzda da Barınma Hakkı, Anayasa’da bir hak olarak kabul edilmiş ve düzenlenmiştir. Sosyal haklar, sosyal adaleti sağlayarak sosyal eşitsizliği gidererek toplum içinde ekonomik olarak zayıf olanları koruma amaçlı haklardır. Anayasanın 2. Maddesi sosyal devlet ilkesini düzenlerken 48. Madde de özel teşebbüslerin serbestçe kurulmasını düzenlemiş aynı zamanda da özel teşebbüsün ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlarına uygun yürümesi amacıyla kısıtlanabileceğini düzenlemiştir. Konut Hakkı Anayasa’nın 57. maddede “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler” şeklinde düzenlenmiştir. Sosyal devlet anlayışında mülkiyet, haklarla beraber ödev ve yükümlülükleri de kapsar. Mülkiyet hakkında birey ile toplumun çıkarları çatışırsa toplum yararının üstün tutulması gerektiği Anayasa Mahkemesi kararlarınca da düzenlenmiştir.


Sonuç Yerine


Barınma hakkı 1980’den sonra bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de neoliberal politikaların saldırısı altındadır. Bir yaşam alanı ve toplumsal mekan olarak konut ile kar elde etme aracı olarak konut arasında, yani yuva olan konut ile emlak olan konut arasında güçlü bir çatışma vardır. Kentleşme süreci, gayrimenkul, konut ve kentler ekonomik aktörler ve politik aktörler arasında çatışma alanındadır. Bu çatışmanın da son dönemde belirleyicisi kent topraklarından sağlanan rant ve rantların sermaye birikimindeki başat rolü olmuştur. Arzın talebi karşılayamadığı bir konut eksikliğinden kaynaklanan bir kriz yaşanmamakta tam tersi konut ve arazi sermayenin yatırım alanına dönüştüğü için konut fazlası bulunmakta ama bu konutlar yoksullar yada alt gelir grubu için yapılmamaktadır. Yoksulluk kentlerde yerinde edilmenin en önemli sebebiyken şimdi de barınma sorunu yaşayan öğrencilerin okullarından edilme eğitimlerine devam edememe tehlikesiyle karşı karşıyayız. Barınma bir politik sorundur. Barınma ve kentleşme konusu her zaman mevcut sınıfların çatışma ve mücadele alanı olmuştur. Bu konu 1980’den itibaren neoliberal politikalarla rant ile şekillenmiş sonuçta da bir beton yığını içinde kalan parklarda seslerini duyurmaya çalışan üniversite öğrencilerinin çığlığı olmuştur


Yaşanan barınma konut krizi ile üniversite öğrencileri sadece barınma haklarının değil eğitim hakları ve eğitim alamamaları nedeniyle gelecekte de çalışma haklarının ihlaline neden olacaktır. Ama bu sorun hayırseverlik anlayışı ve bireysel çözümler ile çözülemeyeceği gibi asıl sorunu öteleyip geçici olarak görülmez kıldığı için de krizin daha da büyümesine neden olacaktır. Hukuk devletinde hiçbir birey başkasının insafına bırakılamaz. Hayırseverlikle sorunu çözmek isteyenlerin de bu sürecin sonunda “hayır” yapamayacak aşamaya gelmeyeceğini sistem içinde kimse tarafından garanti edilememektedir. Barınma hakkı geçici hayırseverlik temelli çözümlerle değil, barınmanın bir hak olduğu anlayışıyla çözülmelidir. Konutun ve barınmanın bir hak olmaktan çıkıp rant temelli değerlendirilmesiyle hem üniversite öğrencilerinin hem de yoksulların elverişli konut ihtiyacının karşılanamaması görülür hale gelmişken barınma hakkının kendisi politik aktör haline getirilmelidir. Bunun için de öncelikle hem öğrencilerin hem de bizim taleplerimiz; KYK yurtlarının ücretsiz olması, kamuya ait atıl durumdaki binaların hızla yurt haline getirilmesi, üniversitelerin kendi öğrencileri için yeterli yurt yapmasının sağlanması ve yurt imkanından faydalanamayan öğrencilere burs sağlanmasıdır.
Baştan beri anlattığımız konut krizi sadece üniversite öğrencilerinin değil ücretli çalışan birçoğumuz için kısa süre sonra yaşaması muhtemel bir barınma hakkı meselesi olacaktır. Barınma hakkı için devlet sosyal konut yapımına ağırlık vermeli; rant odaklı konut yapımından barınma odaklı sosyal konut yapımına yönelmeli; konutun sadece mülkiyet ilişkileri üzerinden kurulması alışkanlığından uzaklaşarak kiralık konutlar yapmalı; sosyal devlet gerekliliği olan gerektiği zaman piyasaya müdahale etme gücünü kullanarak kiralara ve kiracıların yerinden edilmesinin önüne geçecek müdahalelerde bulunmalıdır.