Av. Şenal Sarıhan İle Röportaj; Sivas Katliamı Davası

Hukuk Ötesi: Öncelikle bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Öğretmen olarak TÖS ve TÖB-DER çatısı altında eğitim emekçilerinin mücadelesinde bulunmuş, sonradan avukat olmuş, 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de tutuklu yargılanmış, 12 Eylül sonrasında ÇHD’nin yeniden açılmasında emek vermiş ve üç dönem ÇHD Genel Başkanlığı ile iki dönem milletvekilliği yapmış kıymetli bir mücadele insanısınız. Kadın hakları mücadelesinde Cumhuriyet Kadınları Derneği’ni kurmanın yanında uzun yıllar farklı mecralarda pek çok emeğiniz oldu. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı gibi siyasi cinayet dosyalarını takip ettiniz. 12 Eylül mağdurlarının, faili meçhul yakınlarının ve daha nice hukuksuzluk mağdurunun vekilliğini üstlendiniz. İnsan hakları alanında yapmış olduğunuz yoğun çalışmalar hakkında önemli insan hakları ödülleriyle de onurlandırıldınız. Sivas Katliamı ana davasından sonra şu an da sağlık problemlerinize rağmen Sivas Katliamı’nın firari sanıkları hakkındaki davayı takip etmeye devam etmektesiniz. Bütün ömrünüzü insan hakları mücadelesine adamış olmanızın temel motivasyonları nelerdi?

Av. Şenal Sarıhan: Öncelikle ifade etmeliyim kibenimle konuşma isteğinizden ötürü onur duydum, Çok teşekkür ediyorum. İnsanın yaşı ilerledikçe yaşadıklarını, deneyimlerini paylaşmak istiyor. Sanırım, yaşı ilerlemiş bizler aynı zamanda birer sözlü bir tarihçiyiz. Yazamadıklarımızı anlatmak kolay ve yararlı olabiliyor.

Ben 68 kuşağındanım, 68 kuşağının şanslı bir kuşak olduğunu düşünüyorum. Örneğin Türkiye’de son 20 yılda doğmaktansa 68’li yıllarda doğmuş olmanın şans olduğu çok açık. Bu yıllar, Türkiye ve dünyada sosyalizmin, sol değerlerin kapısının açıldığı dönemlerdi. Yeni fikirlerle karşılaştık. 61 Anayasası’nın estirdiği göreceli bir özgürlük rüzgârı da vardı.  Canlı bir eğitim alanında yetiştik. Kendi öğrencilik yaşamımdan kısaca söz edersem. Öğretmen okulunu parasız yatılı okudum, daha sonra İzmir Eğitim Enstitüsü’ne devam ettim. Köy Enstitülerini bitirmiş ya da o eğitimden etkilenmiş, devrimci öğretmenlerden eğitim aldık. Yatılı okuduğumuz için bu öğretmenlerle daha çok iletişimimiz oldu. Konya İlköğretim Okulu’nda, gazete masamız vardı, her sabah bu gazeteleri okurduk. Derslerde bu haberleri tartışırdık Eğitim, demokratik eğitimdi. Öğretmenlerimiz, halktan yana olan eğitimcilerdi. İlk atandığım Adapazarı – Akyazı’da ilk kapısını çaldığım yer, TÖS oldu. TÖS, bizim için yeni bir okuldu. Daha sonra 1969’da İstanbul’da büyük TÖS boykotunda bulundum. Eylem, kocaman bir öğretmen kitlesinin dayanışmasını güçlendirdi. Ardından gelen görevden almalar, yargılamalar, bizi çelikleştirdi. Hak arama mücadelesinin kolay bir mücadele olmadığını sıkça deneyimledik. 68’li olmak şanstı. Ancak, ağır bedelleri de oldu.

12 Mart’ta sanık olarak yargılandım, karşılaştığım tablo şuydu; biz yurtsever gençler yönetim için bir düşman gibiydik. Ağır işkenceler ve tutuklanmalarla ödüllendirildik. Mesleklerimizden olma tehlikeleriyle karşı karşıya kaldık. Ancak o 12 Mart karabasanından halkın mücadelesi ile çıktık. O dönem sivil toplum örgütleri tamamen kapatılmış değildi, örneğin TÖS’ün yerine TÖBDER geçmişti. Örgütlü mücadele ve dayanışma bize kapıları açtı ve cezaevlerinde olanlarımız özgürlüğe kavuştuk.  Ben 20 yıl ceza almıştım, aftan yararlanıp çıktım ve yeniden öğretmenliğe döndüm. Hukuk öğrencisiydim aynı zamanda. Cezaevinde hukuk fakültesini bitirmenin şart olduğunu, özellikle siyasi tutuklular için savunma hakkının güvenli ellerce kullanılmasının yararına tanıklık ettim. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kayıt olduğumuz gün, bir öğretmen arkadaşımızın faşistler tarafından öldürüldüğünü öğrendim. Tüm bu yaşadıklarımla adaletin bir unsuru olmanın gerekliliğine inandım. Gönüllü girmediğim hukuk fakültesini bitirmeliydim.,Siyasi dava avukatlığı yaparken, şuna kanaat getirdim; ceza dava avukatı olabilmek, müvekkillere gerçekten yardım edebilmek için bizim ve hakim savcıların da bir dönem cezaevinde yaşamış olmaları gerekmekte.

Öğretmen olarak uzun sürgün günlerinin ardından Ankara’ya atandık. 80’li yıllarda Ankara’da sıkıyönetim bizi karşıladı. Çok sayıda avukat arkadaşımız, yargılandı, işkence gördü, çok sayıda aydın sanatçı arkadaş da bunu yaşadı. 80 en çok da öğrenci ve öğretmenlere vurdu. Eşim 1402’lik oldu. Ancak Ankara’da avukatlığa başlayabildim. Çok değerli avukatlarla savunma kürsülerini paylaştım. Av. Emin Değer, Av. Halit Çelenk, Av. Nevzat Helvacı, Av İbrahim Açan, Av. Turgut Kazan yollarımıza ışık oldular. Herhangi bir örgüt ayrımı yapmadan bütün davalarda görev almaya çalıştık. Siyasi dava izleyen küçük bir gruptuk.  Ancak ÇHD kapanmış olmasına karşın adeta örgütlü bir birliktelik içindeydik.

Ben uzun süre öğretmen avukat olarak görev yaptım. Öğrencilerime hak arama bilincini vermeye çalıştım.  Hak ihlali sadece adalet alanında değildi elbette, bir kadın olarak da ikincilliğimin farkında oldum. Ancak kadın olarak bir şansım da vardı aslında örneğin ÇHD’nin 2. Kuruluşunda genel başkanı olarak görev yaptım, arkadaşlarım da beni öne çıkardı. Cumhuriyet Kadınları Derneği’nin başkanlığını yaptım. Laik ve demokratik bir sistemin kadınlar için en önemli dayanak olduğu inancıyla,  mücadelemizi sürdürdük.

80li ve 90lı yıllarda kadın hareketi güçlendi, ideolojisi ne olursa olsun kadınlar örgütlenmeye başladı, bunun etkisiyle 90lı yıllarda kadın hareketinin kendi yasalarını yapma, kendi hayatına kendi emeğiyle yasal güvenceye kavuştuğu bir dönem oldu, örgütün adı ne olursa olsun hepimizin emeğiyle başarıya ulaştı kadın hareketi.

90lı yıllarda faili meçhullerin en yoğun olduğu dönem geldi. Aslında adında sıkıyönetimin olmadığı ancak sıkıyönetimin uygulandığı, faili meçhullerin, beyaz torosların, aydın katliamlarının olduğu, insan kaçırmalar ve işkencelerin yoğun olduğu bir dönem oldu. Çhd, bütün bunlarla mücadele etti.

90lı yıllarda bir de Sivas katliamı yaşandı. Sivas’ta ve diğer hukuksuzluklarda ÇHD Genel Başkanlığı sıfatımla daha ön planda olmak gibi bir sorumluluğum oldu. Zor günlerdi. Ancak örgütlü ve güçlüydük.

Hukuk Ötesi: 80 ve 90’lı yılları yaşamış birisi olarak; insan hakları bakımından o dönem ile içinde bulunduğumuz dönemin yönetim uygulamaları arasında nasıl bir benzerlik ya da fark bulunmakta?

Av. Şenal Sarıhan: Şu anda başkalaşmış bir kötülük söz konusu. Kabalaşmış işkencenin daha az sayıda olduğu bir dönem ancak o dönemlerde çok sayıda insan hakkı ihlali olsa da çoğunlukla yasalara bağlanmış şeylerdi bunlar. Oysa şimdi yasaya falan gerek yok. KHK’lar, tek adamın isteği yeterli. Akşam televizyonda Cumhurbaşkanı’nın bir beyanatını görüyoruz, ertesi gün eylemli vaka haline geliyor bu beyanat ve ilgililerin bir problemle karşı karşıya kaldığını görüyoruz. İnceltilmiş ama yaygınlaştırılmış bir insan hakkı ihlali ile karşı karşıyayız. Olağanüstü hal bir hukuk rejimidir.  Yasa ile belirlenmiş kuralları vardır, ama bugün kuralları ya da kuralsızlığı tek bir kişi vaaz ediyor.  Huku olarak nitelenemeyen bir dönemden geçiyoruz, Güvencede değiliz yani, çünkü hukuk yok.

Yukarıda da söyledim. Örneğin, bizim 12 Eylül’de örgütümüz yoktu. Ancak adeta Türkiye çapında siyasi dava avukatlığı örgütlü bir şekilde yürütülüyordu. Şimdi onun olmadığı gibi bir kaygım var, yanılıyor olabilirim ama o dönemde herkes yan yana sımsıkı duruyordu, şu anda birleştirme konusunda bir sıkıntı yaşandığını, her grubun kendi için mücadele ettiğini, birleşilemediğini gözlüyorum.

Hukuk Ötesi: 2 Temmuz 1993’te alçakça gerçekleştirilen Sivas/Madımak Katliamı’nı diğer Alevi katliamlarıyla birlikte düşünüldüğünde nasıl değerlendirirsiniz

Av. Şenal Sarıhan: Alevi topluluğu hemen hemen Cumhuriyet tarihinin başlangıcından beri çok ciddi bir ayrımla karşı karşıya kaldı. Devletin , “Sünni-Müslüman” bir toplum olma özelliği ön planda. İnançlara göre ortaya çıkan ayırımcılık, halkı birbirine karşı düşmanlığa sevk ediyor. Devletin korumadığı ve ezdiğini başkaları da ezme eğiliminde. Öv ve üvey evlat olma gibi bir durum. Hatta hiç evlat sayılmama. Eşitlik yok. Alevilerin daha özgür daha uygar bir bakış açısına sahip olmasına da tahammül edilmiyor. Sadece mezhep farklılıkları değil aynı zamanda düşünce farklılığından kaynaklanan bir çatışma ortamı var. Bu ikisi birbirini besliyor. Ezilen bir topluluk olduğu için de Alevi topluluğu daha solda duran bir kesim. Bunlar birleşince bu kadar ağır saldırıların muhatabı oldular diye düşünüyorum.

Hukuk Ötesi: Katliam sanıklarının ve avukatlarının yakın zamanda mevcut hükümet çevresinde önemli pozisyonlar edinmesi hukuken ve siyaseten nasıl yorumlanabilir?

Av. Şenal Sarıhan: Aslında yakın zamanda değil, davanın başlangıcından beri önemli görevler verildi kendilerine. Zaten özel görevli olarak davanın avukatlığını yaptılar diye düşünüyorum. Davanın DGM’ye geldiği ve ilk duruşmanın açıldığı günde, davada doğrudan doğruya o zaman milletvekili olan ve sonra da adalet bakanı olan Şevket Kazan duruşmaya sanıklar müdafii olarak katıldı. Bu bir gösteriydi.” Biz parti olarak sizin yanınızdayız.” mesajı vardı sanıklara. Kazan, benim itirazımla çıkarıldı salondan, o dönem milletvekili devlet aleyhine işlenen suçlarda avukatlık yapamazdı. Şimdi de öyle.  

Bu olay yaşandığı zaman ÇHD, TBB, çok sayıda baro,  siyasi partilerin hukuk birimleri, sol siyasi dergi avukatları mağdurlarının yanında olmak için harekete geçti. Özellikle Biz ÇHD’nin çabalarıyla TBB çatısı altında ortak bir hukuk komisyonu oluşturalım istedik ve bu kabul edildi. O dönem TBB başkanı olan Av. Önder Sav, ÇHD Başkanı olarak ben ve Ankara Barosu Başkanı Av. Erdal Merdoğlu sözcü olarak belirlendik. Av. Mehdi Bektaş, Pir Sultan Abdal Derneği’nin yani mağdur olan derneğin avukatıydı. Komisyon oluştu, ÇHD’li avukatlar çok örgütlü ve güzel bir çalışma yürüttü. Örnek bir çalışmaydı bu. ÇHD’nin işe sahip çıkmasının güzel bir örneğiydi. Ancak beni esas şaşırtan şey ise şuydu; biz o dönem 500-600 civarı mağdur avukatı idik. Bizim sayımıza yakın sayıda sanık avukatı da duruşmaya katıldı ve bu sanık avukatları şalvarlı, tek düğme beyaz gömlekli, büyük kısmı dini kisveye benzeyen giysiler giyinen avukatlardı. Ve daha ilk yıllarda bu avukatlar milletvekili, üst düzey bürokrat oldular. Ve bugün bu hala devam ediyor. Baştan sona kadar, Sivas katliamının müsebbibi bizmişiz gibi davranıldı. Duruşmalar süresince bize adeta eylemci muamelesi yapıldı.  Televizyonlara çıkarılan, konuşturulanlar onlar oldu. Ne mahkeme salonlarında ne de dışarıdaki alanda eşit muamele ile karşılanmadık.

Hukuk Ötesi: Sivas Katliamı’nın mağdurlarının vekilliğini 2012 yılında dava zaman aşımına uğratılana kadar üstlendiniz. Sivas Katliamı davası sürecini, zaman aşımına uğraması hususu, AYM başvuruları da dâhil olmak üzere önemli gördüğünüz noktalarıyla birlikte kısaca aktarabilir misiniz?

Av. Şenal Sarıhan: Dava tümüyle zamanaşımına uğramış değil, bu kısmı önemli. Davanın başına gidersek; 3 ayrı dava açıldı: 1- Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırılık, 2- Adiyen (Yakarak) Adam Öldürme, 3- Terörle Mücadele Yasası’na aykırılık

O dönem Terörle Mücadele Yasasıyla ilgili davaya DGM bakıyordu. O dava Kayseri DGM’ye gönderildi, diğer iki dava ise Sivas’ta açıldı. İlginç nokta ise, 2 Temmuz’da olaylar oldu, 28 Temmuz’da davalar açılmıştı. Yani 25-26 gün sonra davalar açıldı. Polis kayıtlarına göre 15.000 Kişi eyleme katılmıştı. 15.000 kişinin soruşturulması 25 günde tamamlanamaz. Eksik soruşturma ile açıldığı bellidir.

Biz bu davaların Ankara’da görülmesini talep ettik. Çünkü mağdurların çoğu Ankara’da idi. Bu talebimiz kabul edildi ve dosyalar Ankara’ya geldi. Ve hemen şunu da belirttik; bu olay sıradan bir adam öldürme, sıradan bir terör eylemi ya da gösteri yürüyüşü değildir;  bu dava açıkça atılan sloganlar çerçevesinde de anayasal düzenin tebdil, tağyir ve ilgasıdır. Yani o dönemki TCK 146. madde kapsamındadır. Atılan sloganlar; “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak”, “Laiklik gidecek, şeriat gelecek, şeriat isteriz.” Amacı açıkça göstermektedir. Eylem, açıkça anayasal düzenin ortadan kaldırılması, şeri düzenin kurulması amacını taşımaktadır. O dönem mahkeme başkanı Ekrem Çelenk bu konuda talebimiz gibi görevsizlik kararı verdi ve bu davanın siyasi bir dava olduğunu, adi bir adam öldürme dosyası olmadığına karar vererek dosyayı Ankara DGM’ye gönderdi. Asliye Ceza Mahkemesi de dosyayı aynı gerekçeyle DGM’ye gönderdi. DGM de oy çokluğu ile – askeri yargıcın muhalefet şerhiyle – görevsizlik kararı verdi ve dosya Uyuşmazlık mahkemesi olan Yargıtay’a gitti, Yargıtay da dosyanın Ankara’da görülmesi gerektiğine karar verdi, o tarihten beri de dosyalar Ankara’da birleştirilmiş olarak DGM’de görülmeye başlandı.

Duruşmanın her aşamasında yakınlarını kaybetmiş insanlar ifade verirken, teşhiste bulunurken sürekli bir hakaret ve kötü tutum içerisindeydiler. Örneğin duruşma salonunda bankların üstüne çıkıp ben namaz kılacağım, duruşmayı ertele diyen sanıklar bile vardı, salon bir gösteri alanına dönüştürülmüştü, sürekli Atatürk’e hakaretler vardı, sanıklar da avukatları da bunu yapıyordu. Defalarca fiili saldırıya uğradık, çok defa yakamdan tutularak yere yıkıldım. Bunlardan sadece birisi hakkında mahkeme suç duyurusunda bulundu, o da bana fahişe diye bağırmalarıydı. Yani son derece saldırgan sanıklar vardı ve mahkeme bunu susturmaya çalışmıyordu. Sonuçta duruşma basına kapalı hale getirildi, gizlilik kararı verildi. Buna karşı çıktık, halkın izlemesi gereken bir davadır dedik ve itiraz ettik, karar geri alınmazsa biz de bu davada oyuncu olmayacağımızı belirttik ancak karar geri alınmadı. Biz bu süreçte, karar duruşmasına kadar usuli işlemleri eksiksiz yapmak kaydıyla duruşmalara katılmadık.

Bize göre bu olay dinci gerici örgütlerin ortak hareket ettiği bir olaydı. Yakalanan tüm sanıklar araçlarla Sivas’a götürülmüştü, eylem gecesi polis hiçbir önlem almadı ve bunların Sivas’tan ayrılmasına engel olmadı. Sadece Sivas’ta olanlar ve eylemlere katılanlar yakalanarak haklarında dava açılmıştı. Yakalanabilmiş sanıklar yönünden biz tek tek kim hangi dinci örgüttense belgeli olarak dosyaya sunmuştuk. Ayrıca Taraf dergisi o dönem olayı bizim eylemimiz diye sahip çıktı. Sonuçta ilk kararda adiyen, yakarak adam öldürmeden ceza verildi ve aşamalarda sanıkların önemli bir kısmı tahliye edildi. Biz kararı temyiz ettik. Yargıtay kararı bozdu ve sonraki süreçte mahkeme 146/1 ve 3 ‘ten kararlar verdi. Mahkeme 38 sanık hakkında 146/1 gereğince idam, 29 sanık hakkında 146/3’ten 7 yıl 6 ay ceza vermiş, 14 sanık hakkında beraat karar vermiştir ve bu karar 146/3’ler yönünden 1998, 146/1’ler yönünden de 2001 yılında kesinleşti. 3 sanık yönünden de 2002 yılında kesinleşti, onlar daha sonra itirafçı olmak istediler ancak herhangi bir itirafta da bulunmadılar. Bu nedenle onların kesinleşmesi 2002 yılında oldu.

HukukÖtesi: Yargılamalara ilişkin olarak en dikkat çekici hukuk skandalları ve idari ihmaller hangileridir? Firari sanıkların uzun yıllar rahatlıkla bulunabilecek şekilde yaşamlarına devam etmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Av. Şenal Sarıhan: Çok önemli gördüğüm bir konudan söz etmek isterim; 2005 yılında yeni TCK yürürlüğe girmeden önce değişiklikler yapılırken 19.11.2004 tarihinde 146/3’ten ceza alanların bu maddenin yeni TCK’da karşılığı yok diye onları tahliye ettiler. Ben itiraz ettim ancak infaza ilişkin bir husus diyerek beni taraf olarak kabul etmediler, ancak daha sonra hatalarını anlayarak tahliye kararlarını geri aldılar, basına da verdik ve çok deşifre oldular zira. Ancak tahliye edilen bu kişiler kaçmıştı. 146/1’den ceza alanlar ise daha önce tahliye edilmişlerdi. Onların TCK’daki değişikliğe karşı ifadeleri alınamayınca hüküm de kurulamadı. Bu sebeple de o tarihten beri bazı sanıklar bakımından dava bölüm bölüm devam etmekte.  Bugün, 146/1’den aleyhlerine karar bozulmuş olan 3 sanık hakkındaki dava  yürüyor.. 2011 2de sanıklardan Cafer Erçakmak ve arkadaşları ile ilgili tefrik edilen dava görüldü. Bu davada TCK 146/1 de yargılanan ve yakalanan sanıklar oldu. Ancak bu sanıklar, arandıklarını bilmediklerini, askere gittiklerini, evlenip çocuk sahibi olduklarını, ehliyet aldıklarını yani devletin önünden defalarca geçtiklerini bildirdiler. Kimse onlara arandığını söylememiş, yakalamamış…

Ayrıca tefrik edilip yeniden açılan bu davayla ilgili biz katılanlara tebligat yapılmadı. Tesadüfen, Ankara’daki bir gazeteciden öğrenerek gidip davaya vakıf oldum. Giremediğimiz bu duruşmada Savcılık mütalaa vermiş ve davanın düşmesini talep etmiş. Ancak biz de insanlığa karşı suçların zamanaşımına uğramadığını, yeni yasa ile getirilen bu yeniliğin geriye doğru da işletilmesi gerektiğini, zaten gerekli araştırmaların yapılmadığını, özellikle Erçakmak’ın 146/1’den yargılandığını ve iç hukuka göre bile zamanaşımının gerçekleşmediğini belirttik. Bizim yeniden katılmamızla dava yeniden gündeme geldi ancak sonuç değişmedi ve 2012 yılında zamanaşımı kararı verildi.

Erçakmak kararından sonra, gerek uzayan yargılama ve gerekse insanlığa karşı suç noktasındaki kabulün olumsuzluğu sebebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunduk, Anayasa Mahkemesi en son bu Haziran ayında görüşmeye başladı ancak henüz karar çıkmadı.

İlginç bir bilgi daha vereyim; Erçakmak davası devam ederken Erçakmak’ın Fransa’da olduğu bilgisi geldi, başvuruda bulundum. Mahkeme onu Fransa’da ararken Erçakmak’ın Sivas’taki evinden ölüsünün mezarlığa gönderildiği haberini basından öğrendik. Mezarın açılmasını talep ettim. Belki de öldü diye aramayı sonlandırmamızı hesap ettiler diye düşündüm, mezar açıldı ve cesedin ona ait olduğu tespiti yapıldı.

Yine bizi tedirgin eden başka bir gelişme şuydu; Polonya’da aranan ve eski yasa döneminde idama mahkûm edilen (şu anda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası) sanıklarından Vahit Kaynar’ın da aralarında bulunduğu 3 kişinin yakalandığına dair bilgi aldık, Bakanlığa hemen başvuruda bulunduk, haberdar olduklarını ve yazı yazılacağını bildirdiler. 40 gün içerisinde getirilmezse serbest bırakılacağını ve bu nedenle acele edilmesini talep ettik ancak gerekli işlemler yapılmadığı için Vahit Kaynar serbest bırakıldı.

Yine Almanya, aranmakta olan çeşitli sanıklarla ilgili yazılan yazıya verdiği cevapta insanlığa aykırı herhangi bir eylemi tespit edilmediği için iade etmedik yazılmış. Vahit Kaynar da bu kişilerden birisidir. Bu demektir ki Almanya’ya yazılan yazılarda bu suç belirtilmemiş ya da eksik evrak gönderilmiştir. Son gelen bilgi ise Vahit Kaynar’ın Almanya’da ajan olarak çalıştığı yönündedir.

Halen aranmakta olan 9 kişi vardır ve bunlar henüz iade edilmedi.

Uluslararası bir bağlantı var mıdır bilemiyorum ancak uluslararası bazı girişimlerle orada korundukları ortada. Çünkü Avrupa’da gerici örgütlenmeler fazladır ve güçlüdürler de. Yine katliamda payı bulunan kişi sayısı polis kayıtlarına göre 15.000 kişi iken sadece 170 kişinin yakalanabilmiş olması, hiç bir örgütün bu eylemle suçlanmamış olması, ayrıca Sivas’a girip konumlanabilen bu kişilerin girişine engel olunmadığı gibi yangın sonrası bu kişilerin Sivas’tan rahatça çıkabilmiş olması ve daha da önemlisi bu insanlar tahliye olur olmaz haklarında henüz hüküm yokken yurtdışına çıkarılabilmeleri. Bunlar, örgütlü bir eylemin emareleridir. Cafer Erçakmak yurtdışında öldüyse cenazesi ülkeye nasıl girebildi? Evinde öldüyse de dosyaya yüzlerce defa giren “evinde arandı ve bulunamadı” bilgisi nasıl oldu? Bunun gibi yüzlerce soru işareti bulunmakta.

Bütün bu soruların yanıtını bu davada almayı başaramadık ancak biliyorum ki Gazi, Maraş dosyasında da böyle. Sivas Davasında yapabildiğimiz şey, davanın gündemde kalması sağlandı. Acı sağaltılamadı ancak insanların hatırlarında kaldı bu dava ve bu acı. Bir öğreti olarak akıllarda kalması, bizi yeni tehlikelere karşı daha uyanık ve harekete geçirebilir diye düşünüyorum.

Ayrıca bu davanın gündemde kalmasının sebeplerinden birisi de örgütlü bir sahiplenmenin olmasıdır. Alevi topluluğu bu davayı sahiplendi ve bu olay sonrasında ciddi bir şekilde örgütlerini genişlettiler. Almanya, İngiltere Fransa vs Alevi birlikleri oluştu ve sonra konfederasyon haline geldiler. Türkiye’de de Pir Sultan Abdal Dernekleri vs dernekler kuruldu. Alevi topluluğunca, uğranılan haksızlıklarla mücadele edebilmek için örgütlenmenin şart olduğu anlaşıldı. Bu örgütler de davaya sahip çıktı.

Avukatlar olarak da davaya sahip çıktık. Türkiye Barolar Birliği de taraf olmakla suçlandı ancak TBB’nin dayanağı vardı, bu dava cumhuriyete yönelik bir davaydı ve bu nedenle de taraf olduğunu açıkladı.

İdari dava da açıldı ve tazminat da alındı. Bu dava kabul edilirken aslında devletin olayı önlememekteki kusuru mahkeme kararıyla tespit edilmiş oldu.

Bir davada avukat ne kadar sahiplenirse sahiplensin, davanın sahibi olan asil, davayı sahiplenirse siz de avukat olarak güç alırsınız bu durumdan. Sivas Davası’nda aileler sonuna kadar sahiplendi davayı. Tüm acılarına rağmen onlar bu davayı bırakmamışken bizim bu işi bırakmamız mümkün değildi. Duruşmayı izlemeyi bırakan bir aile ferdi bunu bırakmışsa ölmüş olduğu anlaşılıyordu.

Yani bu davanın benim açımdan üç sonucu var;

  1. Örgütlü mücadele
  2. Ailelerin davaya sahip çıkması
  3. Avukatların sorumlu davranması.

Hukuk Ötesi: Takip eden duruşması 6 Ekim 2021 tarihinde Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek olan firari sanıklar hakkındaki dava sürecini önemli gördüğünüz noktalarıyla birlikte kısaca aktarabilir misiniz? Yargılama sonucunda nasıl bir karar çıkmasını bekliyorsunuz?

Av. Şenal Sarıhan: Aranmakta olan sanıkların iadesi noktasında muhatabımız doğrudan Savcılık makamları ve Adalet Bakanlığı.  3 sanığın iadesi konusunda çok çaba sarf ettik. Örneğin sanık Murat Karataş ile ilgili şu ana kadar kırmızı bülten hiç çıkartılmamıştı. . Bu sağlandı. Üç sanıkla da ilgili olarak şu anda kırmızı bültenle arama var. Fakat iadeleri Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası var gerekçesi ile yapılmıyor. Daha önce de Türk Hukuk sisteminde DGM’lerde asker üye olduğu gerekçesini sunmuşlardı. Asker üye DGM’den çıkarıldı. Bu kez idam cezası var, dediler. O da kalktı. Şimdi de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerekçesi sunuyorlar. Bu savlar hukuken doğru olabilir. Ancak, insanlığa karşı işlenmiş bir suç var. Her ne kadar, bu davada bu savımız kabul görmemişse de ortada bir gerçek var. İnsanlığa karşı suçlarda zaman aşımı işlemediği gibi onların, suçluların,  usul işlemleri gerekçe gösterilerek adalet önüne çıkarılmaları da engellenemez.  BM Güvenlik Konseyi’nin 28.09.2001 günlü 2001/ 1373 Sayılı kararı da ortada. Fakat nedense Alman Makamları ve diğer ülkeler, işbirliği konusunda olumsuz tavır alıyorlar.

Hukuk Ötesi: Sivas Katliamı hakkında görülen davalarda ulusal ve uluslararası hukuk camiasından yeterli destek görebildiniz mi? Gelinen noktada bu ve benzeri davalara ilişkin ortaya konulan dayanışmayı nasıl yorumlarsınız? Toplumsal dava takipleri noktasındaki tecrübelerinize dayanarak, günümüzde bu alanda insiyatif almış meslektaşlara ne gibi önerileriniz olabilir?

Av. Şenal Sarıhan: Yurtdışından çok sayıda temsilci, milletvekilleri gelerek duruşmaları izlediler. İlk başladığı dönemde de Erçakmak dosyası görülürken de geldiler. Psikolojik destek bu Son duruşmayı Hollanda Büyükelçiliği’nden gelip izlediler zira kayıplardan birisi Hollandalı.  Yurtdışındaki Alevi örgütleri ve İHD’nin katkıları ile oldu bu uluslararası destekte. Son duruşmada Özgürlükçü Hukukçular Derneği’nden avukat meslektaşlarımız destek için geldiler. Uzayan davalara aynı yoğunlukta katılmak zordur, biliyorum. Buna karşın dayanışma güçlendirir. Bu nedenle izleyen duruşmalarda da destek verecek meslektaşlarımın katılımı bizi mutlu edecektir.

Bu ve benzer davalarda örgütlü avukatlık yapmanın, birlikte dayanışma içinde çalışmanın, aileler ile dayanışmanın önemini belirtmeliyim. Birimiz diğerinin önüne geçmeden birlikte mütalaa ederek, ciddi hazırlıklar yaparak davayı takip etmek gerekir.

Hukuk Ötesi: Kıymetli zamanınızı ayırdığınız için teşekkür eder, Adalet İçin Hukukçular olarak insan hakları ve insanlığa karşı işlenen suçlara karşı verdiğiniz bu onurlu mücadelenizi selamlarız.