Av. Mahir Arduç Yazdı; İtalya’dan Türkiye’ye  Sandık Gözlemcisinin Uzun  Günü

Biliyorum hepimiz çok sıkıldık.

Neredeyse her yıl seçim olan bir ülkede, bizzatihi devletin yapması gereken işi yapmaktan sürekli sandık başında oyların doğru sayılması, sayılan oyların sandık sonuç tutanaklarına doğru bir şekilde işlenmesi ve sonrasında ilçe seçim kuruluna aslına uygun bir şekilde teslim edilmesi için uğraşmaktan, didinmekten, tehdit edilmekten, şantajdan, birileri  tarafından hain ilan edilmekten, neyin bekası olduğunu herkesin bildiği beka söyleminden bıktık. İşte tam da bu bıkkınlığımızı paylaştığımız bir gün yakın bir arkadaşım “madem çok bıktık, çok sıkıldık, ömrünü sandık gözlemciliği mesleğinde eskiten kardeşlerimizin uzun gününü yazda, bıkkınlığın bir işe yarasın.” dedi ve Italo Calvino’nun kitabını elime tutuşturuverdi.

Calvino, bir dönem İtalyan Komünist Partisi üyesi ünlü bir İtalyan yazar. Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü adlı 75 sayfalık romanında,  İtalya Komünist Partisi adına sandık başında halkın oylarına sahip çıkarken, seçimlerde sandık kurullarının yapmaya yeltendiği usulsüzlükleri engellmeye çalışırken gördüklerini, yaşadıklarını yazmış. Okuduğunuzda kitapta anlatılan hikayelerin, kahramanımızın özel hayatına ilişkin bölümler dışında  ülkemizde yaşandığını pekala söylenebilir. Birkaç yer adını değiştirin alın size Türkiye’li bir roman.

Bir Seçim Ritüeli; Sabah Gün Işırken Evden Çıkmak

Seçimde sandık başında ve okullarda görev alan tüm sandık gözlemcisi kardeşlerim bilirki sabah gün ışırken evden çıkıp sandık kurulu başkanları ile okulun kapısında olmak, sandık kurulu üyeleri gelmediği durumda kurulları doldurmak, en güzel günaydını sandık kurulu başkanına dileyip gönlünü çalmak en önemli görevlerimizden biridir. Sadece bizde mi, tabiki hayır. Calvino ‘nun anlattığına göre onun oralarda da yani İtalyada’da sabahın beşinde kalkıp görevli olduğun okula gitmek sandık gözlemcisinin en önemli vazifelerinden biri. Kahramanımız Amerigo Ormea da aynen öyle yapmış, sabah gün ışırken yağmur çamur dinlemeden görevli olduğu hastaneye gitmek için evden çıkmış. Görevli olduğu okula vardığında ise betimlediği manzara bir hayli tanıdık. Seçim sandığının konulduğu yer yani sandık çevresi olarak kabul edilen oda, boyasız paravanlardan oluşan oy kabinleri, tahta boyasız sandık ( şimdilerde şeffaf plastik oy sandığı kullanılıyor.) seçmen listeleri, imza föyleri, mühür mumu, oy pusulaları, seçmen listeleri oluşturulduktan sonra vefat eden seçmenler için düzenlenen merhum seçmenler listesi. Yaklaşık 75 yıl öncesinin İtalya’sında ki sandık çevresinden saydığımız  bu seçim araçları ile günümüz arasında bir kaça küçük ayrıntı dışında pek bir fark yok. Yine tıpkı İtalya’da 75 yıl önce olduğu gibi bizimde oy kullanılan sandık çevrelerinde neden olduğunu anlamadığımız ruhsuz, yalnız ve soğuk bir havanın olması, seçim çevresindeki bu benzerlik ise oy kullanılan alanın tarafsızlığının tezahürü olsa gerek. Biz ona yoralım ve devam edelim…

Hristiyan Demokratlar, “Dalavere Kanunu” ve Yurttaşlık Bilinci

Kahramanımız Amerigo Ormea tıpkı bizim ülkemizin sandık gözlemcileri gibi çok seçim görmüş, görev aldığı seçimlerde zafer yüzü görememiş ancak buna rağmen ağır ağır gerçekleşecek değişiminin umudunu içinde taşıyan bir sabır tiryakisidir. Dönemim iktidar partisi olan hristiyan demokratlar tarafından yasalaştırılan “dalavere kanunu” olarak adlandırılan yasaya göre geçerli oyların %50 +1 oy alan parti yahut koalisyonun meclisteki sandalye sayısının 2/3  üne sahip olacağı yönündeki yasal değişiklikle birlikte seçimi kazanmanın giderek daha da zorlaştığı bir ortamda  hiçbir şey yapmamak değil yavaş ta olsa  değişime omuz vermek bilinci ile diğer muhalefet partilerinin sandık görevlileri gibi Amerigo Ormea da sandık gözlemcisi olmanın öneminin farkındaydı. Ülkemizde ki Hayır Ve Ötesi, Oy Ve Ötesi ve daha bir çok gönüllülük esasına dayanan yurttaş girişimlerinin düşünsel temellerinin referanslarını gördüğümüz romanımız bize bir şey yapmanın az yada çok bir işe yaradığını, yaracağını anlatıyor. Bir yurttaş olarak sandık gözlemcisi, dün İtalya’da bugün ise ülkemizde nefret söylemleri ile seçime giden iktidarlar karşısında  “Yurttaşlık Bilinci” ile donanmış, seçim kanunlarını ve yönetmeliklerinin uygulanmasının teminatı olan seçimlerin görünmez kahramanıdır. Romanın geçtiği 1950 lerin İtalya’sında iktidar partisi seçmenine kimlik göstermeden oy kullandırmaya çalışan sandık kurulu başkanına “kanun kanundur, kanunları harfiyen uygulayacaksınız” diye bastıran sosyalist sandık gözlemcisi ülkemizde olduğu gibi Yurttaşlık Bilinci ile sandığı aydınlatan ve değişimin önündeki devasa barajı yıkan irade olmuştur.

Musollini sonrası İtalya geçen romanımızda faşizmin yenilmesine rağmen kilise ile birlikte  sağın ve gericiliğin kuşatması ağır bir şekilde hissedilmekte, devlet aygıtının değişime direndiği, geçmiş dönmede imtiyaz sahibi olan çeşitli iktidar odaklarının bu imtiyazlarını kaybetmemek adına her yola başvurduğu görülmektedir. Buna karşılık anti faşist cephenin ise demokratik kazananımları korumak için mücadeleye her alanda devam ettiği, nihayetinde ise seçimlerde hristiyan demokratlar ve kilisenin başını çektiği gerici güçlerin istediklerini alamadıkları bir sonucun ortaya çıktığı anlaşılıyor. Musollini sonrası İtalya’sında olduğu gibi 2019 Türkiye’sinde de sandığın alamet i farikası; güneşli güzel günlere olan inancın tazelenmesi ve ağır sömürü koşulları altında inleyen, vergiler, zamlar, enflasyon, hayat pahalılığı ve yaygın işsizlik neticesinde açlıkla başbaşa bırakılan emekçi  halkın değişim, demokrasi, halkın çıkarlarını gözeten bir iktidar ve insanca yaşam talebidir. Bu talebin sandık sonuçlarına yansımasını sağlayan ise tabiki sandık başlarında seçim mevzuatının uygulanmasını sağlayan, oyların hukuka uygun bir şekilde sayılmasını sağlayan  sandık gözlemcisi yurttaşlardır.

Yazının sonuna gelmişken kitapta çarpıcı bulduğum, Amerigo Ormea’nı aklından geçenlerin yansıltıldığı bir bölümle bitirmek istiyorum.

“Demokrasi yurttaşların karşısına bu gösterişsiz, renksiz ve basit kıyafetlerle çıkıyordu. Amerigo bazen bunu olaganüstü güzel bulurdu; her türlü debdebe, şatafat ve gösterişin önünde eğilip dalkavukluk edilen İtalya’da, bu manzara ona dürüst  ve ağırbaşlı bir ahlak dersi gibi geliyor, bunu, süspüsten uzak dış görünşü yüzünden demokrasiyi aşağılayabileceklerini düşünen faşistlerden sesiz ve sonsuz bir öç alma sayıyordu. O faşistler artık bütün sırmaları ve püskülleri ile gözden düşüp saygınlıklarını yitirmişken, demokrasi sadece nasırlı, titrek ellere tutuşturulan kalemleri ve birer telgraf gibi katlanmış kağır parçalarını içeren yalın, gösterişsiz törenleriyle kendi yolunda ilerlemekteydi.”