Av. Ece Özsaraç Yazdı; Benim Adım ‘Suriyeli’ Değil

“Benim Adım ‘Suriyeli’ Değil[1]

Modern insan hakları hukukunun kurucu belgesi olan Evrensel İnsan Hakları Bildirisi (EİHB)[2], Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde dünyaya ilan edildi. İki yıl sonra ise 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü kabul edildi ve devletlerin insan haklarına saygı gösterme, hakları koruma, teşvik etme ve ihlal etmeme yükümlülüklerini yerine getirmede ne aşamada olduğuna dikkat çekmek için bir vesile olarak takvimlere işlendi. Bildiri, dünya üzerindeki bütün insanların, sadece insan oldukları için doğuştan sahip oldukları asgari hakları Birleşmiş Milletler çatısı altında duyurarak devletlerin karşısında sahneye bireysel olarak insanı çıkardı. Her ne kadar tek başına bağlayıcı olmasa da kurucu belgeyi takip eden uluslararası insan hakları sözleşmeleri, Bildiri’ye yaptıkları doğrudan ve dolaylı atıflarla çizgiyi ileri taşıdı ve devletlerin egemenlik yetkilerinin sınırları hukuki düzlemde daralmaya devam etti.

Ancak savaşlar durmadı… Durmayan savaşlar, Dünya İnsan Hakları Gününün 69. yıldönümünde, Türkiye’de yaşamakta olan mültecilerin hukuki ve gerçek durumlarını okumakta olduğunuz yazının konusu yaptı. Çünkü mülteci şemsiye bir kavram ve şemsiyenin altında mülteci olmalarının yanı sıra; kadın, çocuk, LGBTİ birey, yaşlı, engelli, genç, anne, öğrenci, işsiz, sanatçı, öğretmen, muhasebeci, baba, avukat ve sayılması mümkün olmayan herkes var. Peki söz konusu “herkes”, Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’ndeki “herkes” mi? Bildiriyi mülteciler öznelinde okurken, Hannah Arendt’in ortaya attığı “hak sahibi olma hakkı” kavramını göz önünde bulundurmakta fayda var. Çünkü Arendt’e göre “herkes”, bütün insanları değil, öteki olmayan insanları kapsıyor[3].

Hukuki çerçeveye gelecek olursak… 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi[4], EİHB’de düzenlenen sığınma hakkına atıf yaparak, hakkı bu kez bağlayıcı şekilde güvence altına alıyor. Sözleşmeye göre; “1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahıs” mültecidir[5]. Mülteci hukukunun en temel ilkelerinden olan non-refoulement (geri göndermeme) ilkesi kapsamında Taraf Devletler, kendilerinden sığınma talep eden bir kişiyi, “hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade etmeyecektir.” Buradaki geri göndermeme yasağı, kişiyi zulüm göreceği ülkeye geri gönderecek üçüncü ülkeye geri göndermemeyi de kapsamakta olup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, aksi uygulamaların, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesinde düzenlenen işkence yasağının ihlali olduğunu kararlarında vurgulamıştır[6]. Cenevre Sözleşmesi’nin bir diğer kilit ilkesi ise cezalandırmama yasağıdır. Buna göre, “tehdit altında bulunduğu bir ülkeden doğruca gelerek izinsizce kendi topraklarına giren veya bu topraklarda bulunan mültecilere, gecikmeden yetkili makamlara başvurarak yasadışı girişlerinin veya bulunuşlarının geçerli nedenlerini göstermeleri koşuluyla, yasadışı yollardan girişleri veya bulunuşlarından dolayı” ceza verilmeyecektir.

Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ni 1951 yılında imzalamış ve 1961 yılında onaylamış, ancak coğrafi çekince koymuş, 1967 tarihli New York Protokolü’nü[7] ise aynı şartla 1968 yılında onaylamıştır. Coğrafi çekince uyarınca, Türkiye’ye sadece Avrupa Konseyi üyesi ülkelerden gelerek sığınma talep eden kişiler mülteci statüsü alabilmektedir. Buna göre, TBMM Mülteci Hakları Alt Komisyonu’nun Mart 2018 tarihli Göç ve Uyum Raporu’nda, belirtilen tarih itibariyle Türkiye’deki tahmini mülteci sayısı 70[8]. Peki ya diğerleri?

Türkiye’de yabancılara ilişkin dağınık mevzuatı toparlayan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununu (YUKK) 2014 yılında yürürlüğe girdi ve yabancılar polisinin yetkilerinin de devredildiği, İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü teşkilatı da bu Kanun ile kurulmuş oldu. YUKK uyarınca uluslararası koruma başlığı altında üç ayrı kavram düzenleniyor. Buna göre; Avrupa’dan gelen ve mülteci tanımı kapsamında yer alan kişiler “mülteci”, bu tanıma uygun olan ancak Avrupa dışından gelen kişiler tamamen yerel bir statü olarak “şartlı mülteci” olmaktadır. Her iki tanıma da uymayan ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek kişiler ile, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak ya da uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen kişiler ise “ikincil korumastatüsünü alabilmektedir. Bu kişiler, güvenli bir ülkeye yerleştirilene kadar Türkiye’de kalma hakkına sahip olup Cenevre Sözleşmesi’ndeki geri göndermeme ve yasadışı girişten cezalandırmama ilkeleri de YUKK’ ta aynı şekilde güvence altına alınmıştır. Özetle Türkiye’de uluslararası koruma rejiminden yararlananlara örnek olarak Afganistan, Pakistan, İran, Irak, Sudan, Nijerya ve sair ülkelerden gelen kişiler verilebilir. Uluslararası koruma başvurusu yapan kişilerin statüsü Göç İdareleri tarafından yapılacak mülakat ve araştırmalar ile belirlenir ve uygun görülmeyen kişilerin başvuruları reddedilir. Kararın kesinleşmesi halinde, genellikle kişi hakkında sınırdışı kararı verilmektedir. Savaştan ve çatışma ortamından kaçan ve kitlesel olarak sınırlara gelen insan grupları söz konusu olduğunda ise bireysel bir değerlendirme mümkün olamayacağından, YUKK Madde 91 atfı ile Geçici Koruma Yönetmeliği yayınlanmıştır. Yönetmelik, Suriye’den gelen sığınmacıların hak ve yükümlülüklerini detaylı olarak düzenlemektedir. Geçtiğimiz ay ise YUKK’ta değişiklikler öngören bir yasa teklifi TBMM’ne sunulmuş olup; teklif kapsamında sınırdışı kararlarına itiraz süresinin 15 günden 7 güne indirilmesi, yasadışı giriş-çıkış halinde sınırdışı kararı verilebilmesi içerikli madde hükmüne teşebbüsün de dahil edilmesi gibi tehlikeli düzenlemeler yer almaktadır[9].

Yükümlülüklere örnek olarak ise en basitinden; Türkiye’de hem gerek uluslararası koruma, gerekse geçici koruma altındaki sığınmacıların, kayıt oldukları il dışına, Göç İdarelerinin izni olmadan çıkamamaları verilebilir. Şemsiye kavramın bu noktada hayata yansımaları ise ayrılmaları yasak olan illerde iş bulamayan -ucuz iş gücüne dayalı sömürü düzeninin en zayıf halkalarından biri olsalar dahi-, gerek kendi toplumundan gerekse ev sahibi toplumdan kaynaklı türlü sebeplerle güvenlik tehdidi altında yaşayan ve nasıl yardım isteyeceğini bilemeyen, bazen bilse de dil bariyeri sebebiyle ifade edemeyen, toplumsal cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelimi sebebiyle şiddete uğrayan, öldürülen, umut ışığı olarak gördüğü göç yolunun devamında dolandırılan, tekrar dolandırılan, hayatta olsalar da yol izni ya da sevk alamadıkları için ayrı şehirlerde birbirlerini görmeden yaşamaya mahkum olan, yaşlılığında biriktirdiği güvencelerinden ve toprağından uzak düşen, doktorken patronların insafında atölye işçiliği yapan insanlar, öteki oldukları için oyunlardan dahi dışlanan ve her türlü istismara çok açık çocuklar… Savaş travması yaşamış, çocuklarını, ebeveynlerini, arkadaşlarını, öğretmenlerini yitirmiş ama hayatta kalmış bu insanlar, şimdi insanca bir hayat için mücadele ediyor, hepimiz gibi. Mülteci kimliğini cümleden çıkarttığımızda mücadeleleri ne kadar da tanıdık… Oysa medyaya ve siyasilere, hatta yakın çevrenize kulak verdiğinizde, sanki mültecilerin “yaşamlarını sürdürmeleri bir hak değil, bir hayırseverlik sonucu…[10] Nefret edebiliyoruz, oysaki tanımıyoruz. Ötekiyle karşılaşmaktan ve kontrolsüz değişimden kaynaklı bir öfke yayıldıkça yayılıyor ve hedef olarak kendine hayatta kalmaya çalışanı seçiyor. Yanlış hedefe odaklanılırken, “toplumların dokusunu altüst eden, ülkeleri ekonomik ve siyasal geri kalmışlığa mahkum eden sömürgeciliğin günümüzdeki göçlere yol açan en önemli etkenlerden biri olduğu, sömürgeci ülkelerin göç akımının ortaya çıkmasında sorumlulukları bulunduğu çoğu kez unutuluyor[11].” Öte yandan, gelişmiş insan hakları ve refah seviyesi deyince ilk akla gelen ülkelerin maskeleri,  açıkladıkları mülteci kotalarıyla önümüze düşüyor ve hak sahibi insanların herkes olmadığı, sanki kotalarla itiraf ediliyor[12].

Özetle yasal çerçevede ülkelerine geri dönemeyenler, Türkiye’de geçiciler ancak kalıcı olabilecekleri ülkelerin kapıları da kendilerine kapalı. Bu sıkışmışlık bize açıkça gösteriyor ki “insan haklarına sahip olmak için insan olmak yeterli değil[13].”  İnsan olarak insana dair atılabilecek ilk adım ise belki de birbirimizle tanışmakla başlıyor. Tanıştığım bir sığınmacının söyledikleri, bu satırları yazarken kulaklarımda. Bana; sadece “mağdur” olmaktan ibaret olmadığını, ressam olduğunu ve resim yapmak istediğini söylüyor.  

Av. Ece Özsaraç


[1] UNICEF Türkiye’nin düzenlediği Dünya Çocuk Hakları Günü’nde sığınmacı çocuklar tarafından kullanılan slogan

[2] Prof. Dr. Mehmet Semih Gemalmaz, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, Legal Yayıncılık Hukuk Kitapları Serisi: 56, 7. Baskı, 2010, s.57

[3] Rıza Türmen tarafından, Hannah Arendt’in teorisinin mülteciler başlığında detaylı olarak değerlendirildiği yazı için bkz. Birikim Dergisi, 361. sayı, Mayıs 2019

[4] Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme

[5] Türkiye’nin de taraf olduğu ve İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi de, Taraf Devletlere, toplumsal cinsiyete dayalı sığınma politikaları geliştirme görevini yüklemektedir.

[6] Hirsi Jamaa ve Diğerleri / Italya (Başvuru No:27765/09)

[7] Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Ek Protokol

[8]https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/docs/2018/goc_ve_uyum_raporu.pdf s.111

[9] YUKK değişikliklerini içeren teklif ve değerlendirme hakkında detaylı bilgi için bkz. https://anayasagundemi.com/2019/11/26/forum-alti-soruda-yabancilar-ve-uluslararasi-koruma-kanunu-degisiklikleri/

[10] Hannah Arendt, The Origins of Totalitarianism, San Diego: Harvest, 1968, s.296

[11] Rıza Türmen, a.g.e. s.19

[12] Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 2016 yılı raporuna göre aynı yıl yerleştirme kapsamında mülteciler için ABD 8000, Norveç 600, Avustralya 69, İngiltere 870, Kanada 5000 kişilik kota açmış olup toplamda sadece 4.120 mülteci işlemleri tamamlanarak Türkiye’den çıkış yapmıştır. Detaylı bilgi için bkz. https://www.goc.gov.tr/kurumlar/goc.gov.tr/YillikGocRaporlari/2016_yiik_goc_raporu_haziran.pdf

[13] Rıza Türmen, a.g.e. s.16

Yanıt Yazınız

Your email address will not be published.