15 Temmuz 2016 Cuma akşamı yakın tarih tutanakları, kitapları, sözlü anılar ve bıraktığı izlerde kaldığını düşündüğümüz ve umduğumuz bir darbe teşebbüsü ülke gündemine oturdu ve kolayca kalkacağa benzemiyor. Öyle ki Şişli Belediye Başkan Yardımcısının silahlı saldırı sonucu öldürülmesi gibi haberler, gazete sayfalarında okuyucu tarafından cımbızla ayıklanacak kadar küçük. Askeri darbeler ise mevcut rejime karşı oldukları gibi doğaları gereği temel hak ve özgürlüklerimize de karşı.
Darbe teşebbüsünü takiben, temel hak ve özgürlüklerin yasal çerçevede sınırlandırılması anlamına gelen olağanüstü hal, 3 ay süre ile ilan edildi. Ardından, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alındığı duyuruldu ve bu duyuru, cadı avı söylentilerinin yayıldığı bu günlerde bir başka endişe kaynağı oldu. Peki, Türkiye’nin, 1950’de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza koyarak korumayı taahhüt ettiği hak ve özgürlüklerimizi, sözleşmeyi askıya alarak tek taraflı şekilde sınırlaması hukuka uygun mudur? Söz konusu işlem ne anlama gelmektedir ve belki de daha önemlisi, ne anlama gelmemektedir?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi kapsamında devletler, olağanüstü hal durumlarında, sözleşme ile koruma altına alınan temel hak ve özgürlükleri, Avrupa Konseyi’ne yapacakları tek taraflı bir bildirimle askıya alma yetkisine sahiptir. Bildirimin içeriği, alınan tedbirleri ve bunları gerektiren nedenleri de kapsamalıdır. Türkiye, daha önce de çeşitli dönemlerde yararlandığı 15. madde ile ilgili olarak, olağanüstü hal tedbirlerinin ortadan kalktığı ve yeniden tam korumanın geçerli olduğu tarihi de Konsey’ e bildirmekle yükümlüdür. Tarihte İngiltere, İrlanda, Yunanistan, Arnavutluk, Ermenistan ve Gürcistan da aynı maddeden yararlanarak sözleşmeyi farklı sebeplerle, çeşitli tarihlerde askıya almışlardır. Son olarak Ukrayna, ülkenin doğusunda yaşanan kriz sebebiyle 5 Haziran 2015 tarihinde ve Fransa, Paris’ te 13 Kasım 2015’ te yaşanan IŞİD saldırısının ardından 15. madde kapsamında Konsey’ e bildirimde bulunmuştur.
Önemle vurgulamak gerekir ki; 15. madde; demokrasi, hukukun egemenliği ve insan haklarının korunması esaslarına dayanmaktadır ve bu maddeden yararlanmak için bildirimde bulunan devletler, Mahkemenin denetiminden kurtulamaz. Bu sebeple Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ ne, olağanüstü hal ve sözleşmenin askıya alındığı dönemde de bireysel başvurular, olağan dönem ile aynı şartlar altında yapılabilmektedir. Yapılması gereken bir başka vurgu da, temel hak ve özgürlüklerin, suç şüphesi altındaki kişiler için de geçerli olması ve özellikle önem kazanmasıdır.
AİHM, OHAL ilanının gerekliliği konusunda devletlerin takdir hakkını birincil ve geniş tutmuş, “ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike” halinde, olağan hale dönülebilmesi için bazı temel hak ve özgürlüklerin geçici bir süre ile kısıtlanmasını bu tehlikenin doğal bir sonucu olarak değerlendirmiştir. Ancak söz konusu maddede açıkça belirtildiği üzere; yaşam hakkının korunması, işkence ve kötü muamele yasağı, kölelik yasağı ile kanunsuz ceza olmayacağı ilkesi, OHAL dâhil olmak üzere hiçbir durumda sınırlandırılamaz. Sözleşme kapsamındaki diğer hakların sınırlanması ise; “geçici, kısıtlı ve denetimlidir ”. 15. madde kapsamındaki bildirim bu açıdan, ilgili ülkenin Avrupa Konseyi tarafından yakından gözlemlenmesine de olanak sağlar. Tekrar vurgulayalım; AİHS’ in Madde 15 kapsamında askıya alınması, haklarının ihlal edildiğini düşünen kişilerin AİHM’ e bireysel başvuru yapma hakkını hiçbir şekilde etkilemez. Söz konusu sınırlamaların hukuki geçerliliği, Mahkeme tarafından her başvuruda, somut olayın koşulları üzerinden incelikle değerlendirilecektir.
AİHM, sözleşmenin askıya alındığı dönemde yapılan başvuruları birtakım kriterlere göre değerlendirmektedir. Bu kriterlere örnek olarak; sınırlamayı gerektirecek bir tehdidin varlığı, uyuşmazlık konusu tedbirlerin kesinlikle gerekli olup olmadığı, ölçülülük, yasanın koyduğu sınırların anlaşılır ve net olması anlamına gelen yasanın öngörülebilirliği ilkesi ve ilgili tedbirlerin uygulandığı sürenin değerlendirilmesi örnek olarak verilebilir. Türkiye tarafından ilan edilen OHAL in ilk kanun hükmünde kararnamesi olan 667 sayılı KHK da, alınan tedbirleri “ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler” olarak tanımlamıştır.
AİHM, tarihinde hak ihlalleri bakımından sicili hayli kabarık olan Türkiye’nin sözleşmeyi askıya aldığı bir başka dönemde incelediği Aksoy/Türkiye davasında “devletlerin yetkilerinin sınırsız olmadığına ve durumun kesinlikle gerektirdiği ölçünün dışına çıkmamaları gerektiğine” vurgu yapmıştır . Mahkeme bu davada Türkiye’yi, yargı denetiminden uzak ve uzun gözaltı süresi nedeniyle mahkûm etmiştir. Mahkeme bu davada ayrıca, yargısal itiraz yolundan yararlanma hakkının, işkence ve kötü muamelenin önüne geçmek için de bir önlem olduğunu, Türkiye’nin söz konusu davada, şüpheliyi söz konusu haklardan hangi sebeplerle mahrum bıraktığını detaylı olarak açıklayamadığını belirtmiştir. Yine Türkiye ile ilgili bir başka davada ise AİHM, Güneydoğu illerinde ilan edilen OHAL in uzantısı olarak Ankara’ da gözaltına alınan başvurucuların, eylemlerinin terör tehdidi ile bağlantılı olduğu kabul edilse dahi araya yargısal denetim girmeksizin 12 ve 14 gün süre ile gözaltında tutulmalarının kabul edilemez olduğuna karar vermiştir . Aynı davada, Güneydoğu illerini kapsayan OHAL in, yasada açıkça belirtilmediği için Ankara’ da uygulanamayacağı belirtilmiş, Mahkeme bu sebeple davayı 15. madde kapsamında incelemeyi kabul etmemiştir. Görüldüğü üzere 15. madde Türkiye’ ye, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin düzenleme ve uygulamalarda koşulsuz bir yetki vermemektedir.
Gündemde, Uluslararası Af Örgütü’ nün gözaltında işkenceye dair iddiaları, medyaya yansıyan fotoğraflar, avukatların müvekkilleriyle görüşmelerinin 667 sayılı KHK’nın 6. maddesine dayanılarak kayıt altına alınmak istenmesi, sendikaların kapatılması, sayısı hızla artan gözaltı ve tutuklama kararları şeklinde haberler yer almakta. Bunların yanına bir de cezanın geriye yürümezliği ilkesine rağmen sürdürülen idam cezası tartışmaları eklendiğinde, temel hak ve özgürlüklere ilişkin endişeler kendine yeni kaynaklar buluyor.
Değerlendirmeyi aklımız ve vicdanımız yanında gerek AİHM ve gerekse her zaman olduğu gibi tarih, eleğinden geçirerek yapacaktır. Genel çerçevede ise “darbe tehdidine karşı kuşanılacak en etkili silah, laik, demokratik, sosyal ve hukuk devletine sahip çıkmak, özgürlükleri değil daraltmak, aksine genişletmek ” olmalıdır.
Yanıt Yazınız