Erkek şiddetinde meşru müdafaa davaları epeydir gündemimizde. Özellikle Nevin Yıldırım ile yön çevrilen bu davalar bizim erkek şiddeti olgusuna başka açıdan da bakmamızı sağladı. Çilem Doğan, Yasemin Çakal, Name Öztürk, Gurbet Çetinkaya ve Behiye Özmen de kendilerine sistematik şiddet uygulayan ve farklı yakınlık derecelerindeki erkekleri hayatlarını korumak için öldürmek zorundan kalan kadınlardan. Biz bu kadınlara ‘hayatlarına sahip çıkan kadınlar’ da diyoruz. Bu kadınların fiilleri tipik birer meşru müdafaa aslında.
Meşru müdafaa TCK 25. Maddede düzenlenmiştir ve şöyle der :
(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
Peki TCK 25’in erkek şiddeti davalarına uygulanabilirliği ne durumdadır? Maalesef kadın cinayeti, cinsel saldırı ve erkek şiddeti dosyalarında sanık sandalyesinde oturan erkeklere bol keseden dağıtılan cezasızlıklar, tahliyeler o erkekler bu filleri karşılarındaki kadınların hayatlarına, beden ve ruh bütünlüklerine müdahale etme maksadıyla işledikleri halde gündeme gelirken, kadınlar kendi yaşamlarına yönelen ve faili erkekler olan saldırıları TCK’de maddeler halinde belirtilen sınırlar içerisinde defettikleri halde gündeme getirilmiyor. Ağır ceza mahkemesi heyetleri yargılamalar sırasında çoğunlukla kadınları dinlemiyor, susturuyor ya da yangından mal kaçırırcasına bir ağır ceza yargılamasını sonlandırmak istiyorlar. Oysa bir ağır ceza yargılaması, orada özellikle sistematik erkek şiddeti mevzubahis ve meşru müdafaa gündeme geliyor ise bu kadar çalakalem neticelendirilmemelidir. Hukukun aradığı somut gerçeğe bu şekilde ulaşılamaz.
Bir kadın, 5 yıl,10 yıl ya da 20 yıl süren evliliği boyunca kocası tarafından maruz bırakıldığı şiddete (bu şiddet çoğu zaman çoklu şiddettir,yani psikolojik,ekonomik,fiziksel ve cinsel şiddet çoğu zaman bir arada görülebilir) yıllarca dayanabiliyor ve eğer hayatta kalabildi ise, yani bir KADIN CİNAYETİ gerçekleşmedi ise yine bir şiddet anında hayatını savunuyor ve o şiddet ortamından canını kurtararak çıkabiliyor. Bunun gerçekleştirebilmesi için ise kendine yönelen şiddetin faili olan erkeği öldürmek zorunda kalıyor. Başka türlüsü düşünülebilir mi? Yani örneği boğazına pantolon kemeri bağlanmış bir kadın boğulmak üzere iken ondan ne yapması beklenir? Can havli ve el yordamı ile eline geçirdiği bıçak ya da başka gereçle elbette yaşamına yönelen saldırıyı defetmesi gerekecektir. Tam böylesi bir örnekte duruşma savcısının müebbet yönündeki mütalaası ve mahkeme heyetinin ‘oy çokluğu’ kararı ile meşru müdafaa sınırları içerisinden eylemde bulunan kadın için lütfedilerek TCK md. 27/2,yani ; ‘’Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez’’ düzenlemesine göre hüküm tesis ediliyor. Görüldüğü üzere meşru müdafaa bu hadiseyi yaşayan kadın için gündeme getirilmiyor.
Türkiye mahkemelerinde meşru müdafaa son derece dar yorumlanıyor. Ancak hal böyleyken yukarıdaki örnekte dahi kadın hakkında meşru müdafaa hükmü uygulanmıyor. Peki bu kadınlardan ölmeleri mi bekleniyor? Galiba öyle. Yani deniyor ki ; Ya ölün ya da hapse gireceksiniz.
Bir diğer örnekte ise kadın 8 yıllık evliliği boyunca cinsel, psikolojik, fiziksel ve ekonomik şiddete birlikte maruz bırakılıyor ve adam kadını belinde taşıdığı silahlarla sürekli tehdit ediyor. Kadına sürekli tecavüz ediyor ve çocukların gözleri önünde her gün dövüyor. Ayrıca kadını başka kadınlarla da aldatıyor. Yine bir gün kadını istemediği bir şeye zorluyor ve aralarında tartışma çıkıyor, kadın şiddet görüyor ve silahla tehdit ediliyor. Mutfağa giderek eline aldığı bir bıçakla adama karşı duruyor ve adam silahı eline alıp yine kadına gösteriyor ve kadına saldırıyor. Onca yılın şiddet ve işkence birikimi ile de kadın adamın bir an silahı yere düşürüp eğilerek almasını fırsat bilip kendisine yönelen saldırıyı ve olası saldırıları defetmek için yoğun ve öfke ile de adamı bıçaklayarak öldürüyor. Ortada tüm işkence gerçekliğini bilimsel olarak ortaya koyan bir adli tıp ana bilim dalı raporu ve tanık beyanları olmasına, polise defalarca yansıyan şiddet başvurusunun varlığına, polisin kadını korumadığı ve şiddeti önlemek bir yana kadını şiddetin içine bile isteye bırakmasına durumuna rağmen heyet mahkumiyet kararı veriyor ve ekliyor ; ‘olay anında şiddet yaşandığına dair şüpheye yer bırakmayacak denli bir emare yoktur’’
Başka bir örnekte ise, 40 yıllık evli bir kadın Pazar dönüşü yolda kendisine ağır hakaretler eden ve ‘itip kakan’ kocasını başına taş vurarak etkisiz hale getiriyor. Bu kadın ve çocukları ayrıca bu şiddet döngüsünün 40 yıl boyunca devam ettiğini, şiddetin kadının yaşamının bir parçası olduğunu, şiddetin faili erkeğin kadına işkence dolu bir hayat yaşattığını ifade etmelerine, diğer kadınlar gibi bu kadının da samimi beyanlarına rağmen mahkeme heyeti burada da mahkumiyet kararı veriyor. Bu örnekte belki olay anından meşru müdafaayı gerektirecek bir şiddetin olmadığı düşünülebilir. Ancak meşru müdafaanın dar yorumu bu kadınların işkence ile geçen hayatlarının görmezden gelinmesi anlamına gelecektir. Bu kadınlar kaç yıl olduğundan bağımsız başta kocaları olmak üzere yakınlarındaki diğer erkekler ve herhangi bir erkek tarafından sistematik şiddete maruz bırakılırken, onları korumakla ve şiddeti önlemekle görevli kurum ve kuruluşlar en iyi ihtimalle sadece seyirci olmakta çoğu zaman ise kadınları o şiddet cenderesinin içine bile isteye bırakmaktadırlar.
Kadınların şiddet gördüklerinden başvurdukları ve sığındıkları adresleri gizli ŞÖNİM sığınakları, bu kadınların aileleri tarafından tanıdıkları polis vasıtasıyla bulunabilmekte, kadınlar oradan zorla ya da ikna yolu ile çıkarılabilmekte, şiddet kaldığı yerden devam ettiğinde ise kadın korumasız kalmaktadır.
Kadınlar şiddet gördüğünde onları korumayan devlet ve yargı, onlar kendi hayatlarına sahip çıktıklarında ve hayatlarına yönelen haksız saldırıyı defettiklerinde ise onları cezalandırmaktadır.
TCK md. 25 süs olsun diye konulmadı ise neden vardır? Sadece olay anına bakarak dahi hüküm tesis edilse eksik ve haksız bir hüküm verilmiş olacaktır. Çünkü hayatının büyük bir kısmında erkek şiddetine maruz bırakılmış bir kadın kendisine şiddet uygulayan adamın savunmasız bir anını dahi yakalayarak o adamı etkisiz hale getirmiş olsa burada meşru müdafaa vardır demek zorundayız. Zira, bu kadını korumak ve şiddeti önlemek devletin ve yargının görevidir. Pek çok toplumsal dinamik ve geleneksel aile basıncı nedeniyle de şiddetin içinden tek başına çıkamayan kadın elbette canını kurtarmak için her şeyi yapacaktır. Aksini beklemek hayatın olağan akışına aykırıdır. Ve bu ülkede bizzat mahkemeler hayatın olağan akışına aykırı davranmaktadır.
Yanıt Yazınız