Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 12.06.2017 tarihinde yüz binlerce kişiyi doğrudan, çok daha fazlasını ise dolaylı olarak ilgilendiren bir kabul edilemezlik karar verdi. Bu karar ile AİHM, KHK ile görevlerinden ihraç edilen kişilerin AİHM başvurularını henüz esas yönünden incelemeyeceğini, çünkü iddia edilen hak ihlallerinin esas yönünden incelemesine geçilmesinin ön koşullarından biri olan iç hukuk yollarının tüketilmesi şartının, Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonu’na gidilmediğinden sağlanmamış olduğunu hükme bağlayarak başvuruyu kabul edilemez buldu. Hukukta her kuralın bir istisnası olduğu gibi iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının da bir istisnası var ki tartışma da buradan koptu ve kopmaya devam ediyor. Eğer mevcut iç hukuk yolları etkin değilse, yani kağıt üzerinde hoş ancak uygulamada boş ise, AİHM bu kabul edilebilirlik kriterini aramaktan vazgeçiyor ve diğer kriterlerin sağlanması halinde başvuruları esastan incelemeye geçebiliyor. OHAL Komisyonu’nun etkin bir iç hukuk yolu olup olmadığı ve ilgili AİHM kararının değerlendirilmesi daha önce alanın uzman ve saygın hukukçuları tarafından çokça kez yapıldı ve konu titizlikle incelendi. Bu sebeple okumakta olduğunuz yazı, AİHM’e yapılan ilgili iki başvuru ışığında, konu üzerine kendisinden önce yapılan değerlendirmeleri derleme ve KHK ile ihraç edilen Barış için Akademisyenler çerçevesinde geleceğe dair hukuki bir perspektiften bazı öngörülerde bulunma ümidi taşıyor.
İlk kararımız “AİHM, 15 Temmuz sonrası 25 bin başvuruyu OHAL Komisyonu’nu adres göstererek reddetti[1]” gibi haberlerin kaynağı olan 12.06.2017 tarihli Köksal Türkiye kararı[2]. Başvurucu Gökhan Köksal, Erzurum 1071 Malazgirt İlköğretim Okulu’nda öğretmendir. 15 Temmuz’u takiben 21 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL sonrası, başvurucu 25 Temmuz’da açığa alınmış, 1 Eylül’de ise 672 sayılı KHK ile diğer 50.874 kamu görevlisi ile birlikte ihraç edilmiştir ve pasaportu da iptal edilmiştir. Bunun üzerine Köksal, 28 Eylül’de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş, ancak bu başvurunun sonuçlanmasını beklemeden ayrıca AİHM’e başvuru yaparak adil yargılanma hakkının ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7., 8., 10., 11., 13. ve 14. maddeleri ile korunan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu noktada başvuru sırasındaki hukuki atmosferi bütün resmi görebilmek adına hatırlamakta fayda var. Köksal’ın AYM’ne bireysel başvuruda bulunmasından üç hafta sonra AYM, 12 Ekim 2016 tarihli ilke kararı ile kendisini KHK’ların yargısal denetimini yapmakta yetkili görmediğini açıkladı. İdare Mahkemeleri de aynı gerekçe ile itiraz başvurularını reddederken, OHAL kapsamında KHK ile verilen kararları esastan inceleme yetkileri olmadığını hükme bağlamış, Danıştay ise kendine önüne gelen dosyaları yine İdare Mahkemelerine göndermişti. İşte OHAL Komisyonu bu hukuk paslaşması sürüp giderken, 23.01.2017 tarihinde 685 sayılı KHK ile kurulmuş ve yargı mercilerinin yaratmış olduğu hukuki boşluğu doldurma iddiasıyla teorik olarak sahaya çıkmıştır[3]. 685 sayılı KHK’ nın 1. maddesi uyarınca Komisyon “Başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere” kurulmuştur. AİHM, Köksal kararında, başvuru tarihindeki hukuki atmosfere atıflar yapmış ve karar tarihinde henüz başvuruları dahi almaya başlamamış olan OHAL Komisyonu’na yapılacak bir başvurunun, tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olduğuna kanaat getirmiştir. Önemle belirtmek gerekir ki AİHM, kararında OHAL Komisyonu’nun etkin bir iç hukuk yolu olduğuna dair bir yargıya varmamış “etkin değil demek için henüz erken bakıp göreceğiz” demiştir. Kararın resmi çevirisinden alıntılandığı üzere AİHM, kararında ayrıca Taron/Almanya[4] kararına da atıf yaparak “Bu başvuru yolunun etkililiğine dair ispat külfeti her halükarda davalı Devletin üzerinde olacaktır.” vurgusu yapmıştır.
AİHM’in bu kararına karşı kendisi de KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu sert eleştiriler getirmiş, AİHM’ in yargılamada makul süre ilkesini dikkate almadığına işaret etmiştir[5]. Nitekim OHAL Komisyonu’nun kararlarına karşı itiraz mercii olarak İdare Mahkemesi gösterilmiştir. Bu durumda KHK ile ihraç edilen bir akademisyenin başvurusu OHAL Komisyonu tarafından reddedildiğinde itiraz için önce İdare Mahkemesi’ne, oradan Danıştay’a, oradan Anayasa Mahkemesi’ne ve son olarak AİHM’e gitmesi beklenmektedir ve bu süreç yıllar alacaktır. Belirtildiği üzere AİHM’ in bu içtihadı kendi ilkeleri ile de çeliştiğinden, gelecekteki başvurularda sadece hak ihlali iddiasında bulunanları değil, yargılamada makul süre ilkesine getirmiş olduğu çelişki nedeniyle Mahkemeyi de zor durumda bırakacaktır. İç hukuk yollarına yapılacak itirazların içerik bakımından etkili olamayacağı konusunda ise Prof. Dr. Kerem Altıparmak ve Prof. Dr. Yaman Akdeniz, yayınlamış oldukları “”Türkiye’de Can Çekişen İfade Özgürlüğü: OHAL’de Yazarlar, Yayıncılar ve Akademisyenlerle İlgili Hak İhlalleri” başlıklı raporda başka söze hacet gerektirmeyecek şekilde eleştirilerini paylaşmışlardır[6]. Rapora göre, “ihraç edilen kamu görevlileri neden ihraç edildiklerini bilmedikleri gibi geri alınanlar neden geri alındıklarını, geri alınmayanlar ise neden geri alınmadıklarını bilemeyecektir. Bundan sonraki aşamada yargı yoluna başvuran kişinin neye itiraz edeceği de böylece belirsiz hale gelmektedir. Dahası, aynı koşullarda olup da başvurusu kabul edilen bir kişiyle başvurusu kabul edilmeyen kişi arasında nasıl bir fark olduğunu tespit etmek de bu koşullarda imkansız hale gelmektedir.” Eski AİHM yargıcı Prof. Dr. Rıza Türmen ise Komisyon’un yedi üyesinden beşinin Hükümet tarafından atandığına dikkat çekmiş ve bağımsızlığa dair sorular yükseltmiştir[7]. Türmen ayrıca Komisyon’un teorik zeminde dahi şeffaflık konusunda sıkıntılı olduğuna ve tek mercii olması sebebiyle iş yükü göz önüne alındığında, etkin bir yol olarak öne çıkmasının zorluklarına değinmiş, “on binlerce insanın toplu olarak, KHK’lara iliştirilen toplu listelerle ihraç edilmesi, ihraç edilirken savunmalarının alınmamış olması, hiçbir gerekçeli karar verilmemiş olması, hangi nedenle ihraç edildiklerini dahi bilmemeleri” hususlarına dikkat çekmiş ve ihraçların hukuka uygunluğunu iddia etmenin çok zor olduğunu belirtmiştir. Kaynak ropörtajda değinilen bir diğer önemli nokta olarak Türmen, AİHM’e başvuruların ön koşulu olan iç hukuk yollarının tüketilmesi şartının az bilinen ikinci istisnası olan devlet davasını gündeme getirmiş ve 1980’de beş devletin Türkiye’de sistematik işkence yapıldığı iddiasıyla AİHM’de Türkiye aleyhine dava açmış olduğunu hatırlatmıştır.
Tüm bu bilgiler ışığında sıra geldi hala AİHM önünde derdest olan, üç barış için akademisyenin yapmış olduğu güncel ikinci başvuruya…[8] Her üç başvurucunun da Barış İçin Akademisyenler imzası taşıyan bildiride imzası bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi’nde akademisyen olan yeşil pasaport sahibi başvurucu, 24 Ekim 2016’da bir konferansa katılmak üzere Almanya’ya gitmiştir. 5 gün sonra 675 sayılı KHK ile henüz hala Almanya’dayken görevinden ihraç edilmiş ve pasaportu iptal edilmiştir. İdare Mahkemesi’ne başvurmasının ardından Konsolosluk aracılığı ile Türkiye’de bir avukata vekalet vermek istemiş, Konsolosluk ise sistemlerinde kendisiyle ilgili uyarı bilgisi yer aldığı gerekçesiyle talebini şifahen reddetmiş ve bu bilginin içeriği ile ilgili açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Sonuç alamaması üzerine başvurucu ayrıca AYM’ne bireysel başvuru gerçekleştirmiştir. Diğer iki başvurucu Yıldız Teknik Üniversitesi’nde akademisyen olup aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora öğrencisidir. Başvurucular 7 Şubat 2017’de görevlerinden ihraç edilmiş ve pasaportları iptal edilmiştir. Biri ayrıca doktora kapsamında İtalya’da araştırmacı kadrosuna hak kazanmıştır; ancak pasaportu iptal edildiği için katılamamıştır. İdare Mahkemesi ve AYM’ne yapılan başvurularının da sonuç vermemesi üzerine hak ihlallerini AİHM’e taşımışlardır[9]. Başvurucular ayrıca kendilerine iç hukukta İdare Mahkemesi ve AYM tarafından işaret edilen OHAL Komisyonu’nun pasaport iptaline ilişkin karar alma yetkisi dahi olmadığını vurgulamışlardır.
AİHM başvurularla ilgi olarak 26.09.2018’de, OHAL Komisyonu’nu da açıkça dahil ederek mevcut iç hukuk yollarının etkin olup olmadığı sorusunu yükseltmiş, Türkiye’nin Komisyon kararlarından kaynaklı mevcut olumlu örneklerle soruyu cevaplamasını ve ilgili belgeleri sunmasını istemiştir. Görüldüğü üzere Köksal kararında olduğu gibi doğrudan OHAL Komisyonu’nu göstererek başvuruyu kabul edilemez bulmamış, Türkiye’den Komisyon’un etkin bir iç hukuk yolu olduğunu ispatlamasını talep etmiştir. Ekim ayında AİHM ve Avrupa Konseyi’nin OHAL Komisyonu’nu ziyaret etmesi ve Kasım ayında Komisyon üyelerini Strasbourg’da deplasmana çağırması[10], ardından 29.12.2018’de OHAL Komisyonu’nun resmi bir duyuru yaparak, 1 yıl içinde başvuruların %40’ını karara bağladıklarını vurgulamasının zamanlaması manidardır[11]. Bu duyuru, “Komisyon, etkili iç hukuk yolu olarak hızlı ve aynı zamanda kapsamlı inceleme neticesinde haftada 1.200 civarında başvuru hakkında bireyselleştirilmiş ve gerekçeli karar vermektedir” vurgusuyla sonlanmaktadır.
Uzun lafın kısası durum o kadar da “Eyy AİHM” bir durum değildir. Hukuki paslaşmalar devri bitmiş, bütün gözler OHAL Komisyonu’na çevrilmiştir. Bu gözlere, ikinci başvuru kapsamında AİHM’in gözleri de dahildir. Aslında her şey biraz Server Tanilli’nin de DGM savunmasında Mahkeme heyetine söylediği gibi, “…unutmayınız ki siz de çağınıza ve topluma karşı sorumlusunuz. Çünkü her mahkeme kararı, onu verenlerin yalnız hayatları boyunca değil, onu verenler hayattan çekildikten sonra da anılır. İyi anılır, kötü anılır, ama anılır. İsterim ki, sizin kararınız -ilerde kültür tarihinin mutlaka bahsedeceği bu dava dolayısıyla- iyi anılsın, takdirle anılsın. Sizleri tarihin huzurunda, toplumun huzurunda sorumluluklarınızla baş başa bırakıyorum. Hoşça kalınız.” Bir de hocalarımız iyi ki var.
Av. Ece Özsaraç – 04.01.2019
[1] https://www.haberturk.com/aihm-15-temmuz-sonrasi-yapilan-25-bin-basvuru-icin-ohal-komisyonu-nu-adres-gosterdi-1712874
[2] Köksal / Türkiye, Başvuru no. 70478/16, Karar tarihi:12.06.2017 ( Kararının resmi Türkçe çevirisi için bkz. http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-177922 )
[3] http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/01/20170123-4.htm
[4] Taron / Almanya (kabul edilebilirlik kararı), Başvuru no.53126/07, Karar tarihi: 29.05.2012
[5] İbrahim Kaboğlu, “İHAM/OHALİK ve ulusal yargının hali,” BirGün Gazetesi, 15.06.2017
[6] Raporun tam metni için bkz. https://www.englishpen.org/wp-content/uploads/2018/03/Turkey_Freedom_of_Expression_in_Jeopardy_TUR.pdf
[7] https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrmen-ohal-komisyonunun-ba%C4%9F%C4%B1ms%C4%B1zl%C4%B1%C4%9F%C4%B1na-ili%C5%9Fkin-soru-i%C5%9Faretleri-var/a-39801031
[8] Telek / Turkey ve diğer iki başvurucu, Başvuru no: 66763/17, 66767/17, 15891/18 (Başvuru detaylarının resmi Türkçe çevirisi henüz yayınlanmamıştır. İngilizce metin için bkz. http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-187175 )
[9] Başvurucu avukatlarından Av. Benan Molu’nun “Anayasa Gündemi” başlıklı internet sitesinden AİHM’in güncel Türkiye kararlarına ulaşılabilir. Detaylı bilgi için bkz. https://anayasagundemi.com/
[10] https://tr.euronews.com/2018/11/29/avrupa-konseyi-strasbourg-da-ohal-komisyonu-uyelerini-dinliyor
[11] https://soe.tccb.gov.tr/
Yanıt Yazınız