“Avukat ölse mezarında hak arar, hak!”
Derin bir tartışma konusu olan savunma hakkı, kendisine yönelik bir ithamla karşı karşıya kalmış tarafın söz konusu ithama, üzerine atılı iddialara karşı koyabilme hakkı olarak nitelendirilebilir. Asıl amacı maddi gerçeğe ulaşmak olan yargılama bir kolektif faaliyettir ve savunma hakkı ceza muhakemesinde yargılanan tarafın gerçekleştirebileceği çeşitli işlemlerin ifadesidir. Bu işlemler yeri geldiğinde ilgili tarafın aktif (soru yöneltme, beyanda bulunma gibi), yeri geldiğinde pasif davranışlarını kapsar (sessiz kalma gibi).
Tarihsel gelişim sürecine baktığımızda savunmaya yardımcı olarak bir üçüncü kişinin yani, her ne kadar ilkel de olsa, avukatların ilk olarak Antik Yunan’da karşımıza çıktığını görürüz. Savunması alınan tarafa mahkemede bulunacağı beyanlar konusunda yardım eden hür erkekler ilk kez bu işi gerçekleştirmiş kişiler olup karşılık almaksızın faaliyet yürütürlerdi. Daha sonraları Roma İmparatorluğu’nda “Advocates” olarak adlandırılan bir meslek grubu ortaya çıkmıştır ki hem sosyal statü bakımından bir ayrıcalık sağlayan hem de kişilere siyasi kariyerin yolunu açan bu meslek toplumda çok itibar görmüştür. Orta çağa geldiğimizde ise özellikle engizisyon pratiklerinin yaygınlaşmasıyla hukuk sistemi adeta savunmaya karşı yöntemler geliştirmiş ve suçlanan tarafı Tanrı’nın üstün iradesiyle karşı karşıya bırakarak buradan bir sonuca varmak adına fiziksel ve mental zorlayıcı yöntemler geliştirmiştir. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki sanıklar suçsuzluğunu ispatlamaya çalışmaktaydı. Doğal olarak bu dönemde avukatlık mesleği herhangi bir gelişme göstermemiştir.
Modern toplumların ortaya çıkması ve bireyselliğin gelişmesi elbette savunmanın değişmesini beraberinde getirmiştir. Modernleşme ile savunma hakkı belirli ilkelerle tahkim edilmiş, dokunulmaz kabul edilmiştir. Avukatlık savunma süjesi olarak kabul edilmekle birlikte asilin yani yargılanan tarafın yardımcısı görülmüştür. Bu noktada hukuki savunma ve maddi savunma şeklindeki ayrım ortaya çıkmıştır. Maddi savunma dediğimiz olgu, muhakemeye konu fiile dair iddialara verilecek karşılığı tanımlamakta olup iddianın muhatabı tarafından cevaplanması gerekliliğini göz önüne alınca sanığın kullanabileceği bir hak olduğunu söyleyebiliriz. Hukuki savunma ise yargılama konusu edilmiş fiilin hukuk sistemindeki değerlendirilmesine ve durumuna ilişin olup müdafinin veya sanığın kullanabileceği bir haktır. İddia makamı karşısındaki zayıflık ve iddia makamı ile yargılama makamı arasındaki hukuk sistemine hakimiyet, kullanılabilecek dil ve benzeri konulardaki denklik gibi hususları düşününce sanığın savunma yaparken hukuki yardım alması gerekliliği açıkça ortaya çıkmaktadır.
Yukarıda ifade edilenlere baktığımızda bir güncel problem olarak avukatların sanıktan sorumlu tutulmasının uygun olmayacağını söyleyebiliriz. Zira avukatlık mesleği yargının kurucu unsurlarından olup maddi gerçeğe ulaşmak adına belirli meslek ilkeleri ve bir etik anlayış etrafında yürütülmektedir. Avukatların ve avukatlığın sanıkla bir tutulması ve hatta savunma yaptığından ötürü yargılanması hukuka zarar vermektedir. Elbette neoliberalizmin gelişmesiyle az önce belirttiğimiz meslek ilkelerinde ve etiğinde birtakım aşınmalar gerçekleşmiştir.
Günümüzde avukatlık bir kamu faaliyeti olmaktan uzak değerlendirilerek hukuki hizmet satan bir meslek haline gelmiştir. Bu değişmenin asıl kaynağı modern toplumları kuran burjuvazinin sarıldığı adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramları arka plana itmesidir. Yeni dünyaya hakim olmak isteyen burjuvazinin gayesine ulaştıktan sonraki güncel gereksinimi söz konusu tahakkümü elinde tutmaktı ve her şey gibi (abartısız bir ifadeyle her şey) sayılan kavramların ticarileşmesi hiç şüphe yoktur ki kendisi için çok olumlu gelişmedir. Pek tabidir ki sayılan kavramların bu şekilde tahribi ve işlevsizleşmesi avukatlığın da esaslarını ve işleyişini değiştirmiş olup işçi avukatlığın ortaya çıkmasına, çok sayıda avukatın çalıştığı hukuk bürolarının kurulmasına neden olmuştur. Yeni dünyada; hak savunuculuğu yapan ve otorite karşısında insanların güvencesi konumunda bulunan avukatlık, yerini hukukun çeşitli alanlarında uzmanlık gerektiren yeni bir sektöre bırakmıştır. Fabrika gibi çalışan ve önüne gelen adli olayları T Bant üzerindeymiş gibi çalışma sürecinin çeşitli alanlarında uzmanlaşmış çalışanların arasında ilerleterek piyasaya uyum sağlanmaktadır. Artık müvekkiller müşteriye avukatlar ise hak savunucusundan, otoriteye karşı güvenceli bir kurumdan ziyade birer hizmet sağlayıcısına dönüşmüştür.
Belirtmek gerekir ki hukuk-adalet ekseninde kurulan modern toplumlarda avukatlığa konu kavramların ticarileşmesinde piyasanın işleyeceği alan yaratma motivasyonu yanında asıl olarak bu kavramların birer meta haline gelerek anlamını yitirmesi ve bireylerin otorite karşısında savunmasız, güvencesiz bırakılması yatmaktadır. Bu bakımdan avukatlık da yine kamu hizmeti olarak değerlendirilmesi gereken ama ticarileşmesi için çalışılan sağlık, eğitim, güvenlik gibi diğer alanlar gibi baskılanmakta ve aslında kendinin güvencesi olması gerekirken köstek haline gelmektedir.
Hukuktaki piyasalaşmanın en tipik örneği olarak uzlaştırmacılık kurumunu ileri sürebiliriz. Alternatif çözüm yolları dediğimiz bu gibi yollarla klasik avukatlık modeli işlevsizleştirilmekte ve adli vakalarda tarafların bizzat karşı karşıya getirilmesiyle çözüme ulaşılması için çaba harcanmaktadır. Ancak bu yöntem en başta avukatların tekel hakkının tahribi anlamına gelmekte, avukatların vakayı çözen merci olarak faaliyet alanı daraltılmakta neredeyse sadece teknik destek veren bir noktaya itilmesi amaçlanmaktadır. Bu modelde bir çözüm yolunun ulaşılan “çözümler” bakımından da hak kayıplarına yol açma hatta kanunları anlamsızlaştırma bakımından büyük bir potansiyel taşıyıcısı olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Elbette bu potansiyel otorite için tabiri caizse bulunmaz nimettir.
Ancak henüz avukatlığı başta ifade edilen yanıyla yürütmek isteyen ve bu yönüyle aslında piyasaya karşı mücadele etmeye çalışan bir avukat tipinin varlığından da söz edebiliriz. Elbette piyasa da bu tip avukatlığa karşı kendi yöntemlerini geliştirmekte ve başta, her ne kadar zıt görünüyor olsa da madalyonun iki yüzü şeklinde tabir edebileceğimiz, küreselleşme ideolojisi ve ulus devletler eliyle savunmanın bağımsızlığı için çalışan bu tip avukatlığın ortadan kalkması için çalışmaktadır. Özellikle düşman ceza hukuku pratikleriyle, bunu günümüze ait bir engizisyon şeklinde ifade edebiliriz, hak savunucusu avukatlık baskı altına alınmaya çalışılmakta ve otorite meslekteki dönüşümü yani piyasaya entegrasyonu dolayısıyla toplumu güvencesiz bırakma amacına ermeye çalışmaktadır.
Yazı sona yaklaşırken değinmek gereken bir diğer konu ise post modern toplumda avukatlık mesleğinin başına gelenlere karşı neler yapılabileceğidir. Çizilecek yol haritasına dair biraz fazla keskin görülebilecek bir ifadeyle, yeri geldiğinde barolara alternatif olarak çalışabilecek ulusal, uluslararası avukat ağları sorunun çözümü için bulunabilecek en iyi özne olacaktır diye düşünmekteyiz. Elbette savunmaya özgürlük talebimizden ve yukarıda tarifini vermeye çalıştığımız, aslında mesleğin duayeni diyebileceğimiz avukatlarla dayanışma en önemli görevimizdir.
Av. Ebru Timtik’in anısına saygıyla…
Yanıt Yazınız